24 Temmuz 2011 Pazar

Hello! Benicassim...

3. Geleneksel Erkekler gezimizin bu seneki durağı Barselona - Benicassim oldu. Çocuklarla (demirbaşlar Mert, Midget, Erman ve bu seneki organizasyonumuzu şereflendiren Hakan) geçen seneki organizasyonumuzun lokasyonu Amsterdam'da kararlaştırdığımız ve 2010 Aralık'ında çoktan uçak bileti, konser bileti ve otel rezervasyonlarımızı yaptığımız bu geziyle artık her yıl bir tema seçerek gerçekleştirdiğimiz bu oganizasyonlarda ustalaşmaya başladığımızı rahatlıkla söyleyebilirim.

Avrupa'nın en önemli Rock festivallerinden birisi olan ve Valencia yakınlarındaki Benicassim'de gerçekleştirilen Fiberfib festivali denizi, güneşi ve iyi müziği bünyesinden barındıran yapısıyla birçok açıdan çok çekici. Gerçi artık 35 yaşına gelmiş bizler için kendimizi yaşlı hissetmemize neden olan genç kitlesi nedeniyle artık caz festivalleri, kültür gezileri gibi yönlere mi odaklansak diye düşündüysek de şevkimizi kırmadık ve 2012'de hedefi Budapeşte'deki Sziget Festivali olarak belirledik.

Gezimizin il 3 gününü geçirdiğimiz Barselona'dan kısaca bahsedersem, güzel bir şehir ama mimarisi dışında çok da etkilendiğimi söyleyemeyeceğim. Evet yeşil, evet denizi günlük yaşamın bir parçası, evet gördüğüm en güzel mimari eserlerin bir kısmı burada, evet kızları çok güzel (ama bunun ne kadarı lokal, ne kadarı turist emin olamadık), evet iyi paella ve tapas muhabbetleri yapılıyor ama yine de vaaayy diyemedim. Belki de ben yeterince heyecanlı birisi değilim, bilemiyorum. Benim için bu gezinin hatırlanacak tarafları Gaudi'nin eserlerini görmek, güzel yemekler yemek, bol bol sangria içmek, Erman'ın unutulmaz rövaşatası, yaptığımız uzuuun yürüyüşler olacak. Bir de Gaudi'nin Casa Batllo'sundaki caz akşamı yaparak müzik dolu gecelere farklı da olsa bir başlangıç yaptık.

Barselona'dan Hakan'ı İstanbul'a geri yolladıktan sonra tayfanın geri kalanıyla hemen bir araba kiraladık ve yaklaşık 3 saatlik mesafedeki Benicassim'e yollandık. Hemen o akşam önce Killers'ın solisti Brandon Flowers ve sonra da The Strokes ile kulaklarımızın paslarını sildik (arada çıkan, adını çok duyduğum ama bir türlü dinleme şansı bulamadığım Elbow tam bir hayal kırıklığıydı benim için). The Strokes'dan yeterince zevk almamı engelleyen vıdı vıdı konuşan ve bir türlü yerinde durmayıp sağa sola gezinip duran sarhoş ingilizlere bol bol giydirdiğim bu günü takip eden günde festivalin benim için en heyecan verici ismi olan Arctic Monkeys sahne aldı. Öncesinde Mumford & Sons 'ın seyirciyi ısıttığı bu gece benim için en unutulmaz müzik akşamlarından birisi olacak. Henüz 25 yaşında olan grup elemanlarının sahneyi dolduruşu, müziklerinin kalitesini canlı performansda da yansıtmaları, sadece şarkı söylerken değil sustukları anlarda da seyirciyi coşturmaları inanılmazdı.

Festivalin son gecesinde ise artık 6 günlük yorucu gezinin getirdiği bitkinlikle çimenlerde yatarak dinlenen Portishead ve 01.15'te sahneye çıkan, geçen sene Rock Werchter'de izleme şansı bulduğumuz Arcade Fire ile müzikle dolu gecelere bir süreliğine son verdik.

Bu kadar yüzeysel bir yazı için özür dilerim ama yoğunluktan bloga yeterince zaman ayıramıyorum ne yazık ki. Fiberfib için kısaca birkaç not daha girecek olursam,
- festival katılımcılarının yüzde 80'inini İngilizler oluşturuyor (British demek daha uygun olur)
- festival mekanı deniz kenarına yürüyerek 10 dakika mesafede. Gerçi biz kamp alanında değil, merkezde bir otelde kaldık.
- Headlinerlar 00.45 - 01.15 aralığında çıkıyor, sabahın 3'ünde bile gruplar sahne alıyor. Cuma gecesi Strokes konseri sonrasında sabahın ikibuçuğunda koskoca alanı terkeden bir biz vardık gibi hissettik diyebilirim.
- Benicassim'in denizi temiz ama dalgalı. Koskoca sahilleri var ve gördüğüm en güzel, temiz hatta ipek gibi kumlara sahip.
- Mert'in İngiltere Kraliçesi ile tanıştığı zaman için hazırladığı konuşma ve "How's Arthur?" sorusunu bir ara görmelisiniz.
- Son olarak da az kalsın Midget'i Benicassim sahillerinde boğacak olan Erman'a son anda vazgeçtiği ve Midget'ı bize bağışladığı için teşekkür ediyoruz.

Tembellikten yeni bir yazı yazamayacağım için burada kısaca bahsetmek istediğim bir müzik etkinliği daha var. İspanya'dan döndükten sonraki akşam bu sefer İstanbul Caz Festivali kapsamında Açıkhava Tiyatrosu'nda Paul Simon'ı izlemek için yoldaydık. Kaderin bir cilvesi, pazar gecesi Arcade Fire sonrası mekandan ayrılıp gece 2.30'da arabamıza doğru yürürken DJ alanından Paul Simon'ın Call me Al 'i çalıyordu ve biz daha o andan Salı günü yaşayacaığımız akşam için heyecanlanmaya başlamıştık. Artık iyice yaşlanan Simon'dan güzel bir konser bekliyorduk ama bu kadar başarılı bir performans hiç ama hiç öngörmüyorduk. 2 saatlik konser, mükemmel seyircinin de sayesinde harika geçti ve güzel bir İstanbul yaz akşamında güzel bir konserle şimdilik bu yazın planlı son konserini tamamladık. Aynı hafta içerisinde Arctic Monkeys ve Paul Simon gibi iki farklı çizgiden, iki farklı kuşaktan, iki farklı ortamda iki mükemmel performans izlemek çok tatmin ediciydi. Darısı önümüzdeki günlerin, yılların başına. Hep beraber...