22 Ağustos 2018 Çarşamba

3 yıl aradan sonra

Bir önceki yazımdan bu yana 3 yıl geçmiş. İlginç bir şekilde ülke nerede bıraktıysak oradan devam ediyor, o yazıda adımları atılan değişiklikler artık hayata geçti. Biz yine buradayız ;)

Bu geri dönüş yazımda yine kolaya kaçıp kitaplardan bahsedeceğim. Son yıllardaki düşüşteki okuma trendime 2017 yılında biraz ara verip güzel bir ritim yakaladıktan sonra 2018'i hem daha çok daha fazla kitapla tamamlayıp hem de kayıt altına almaya karar verdim. 2018 içerisinde bu güne kadar 30 adet kitabı bitirmiş durumdayım, herşey yolunda giderse sene sonuna kadar 40 kitabı rahatça geçmiş olmayı umuyorum.

Bu rakamlara ulaşmamdaki en önemli etkenler, okumayı özlemiş olmak, twitter başta olmak üzere sosyal medyaya harcadığım zamanı mümkün olduğunca azaltmak (facebook veya instagram benim için daha önemsizler ama hala twitterın hayranıyım, sadece daha az giriyorum o kadar), ve tabii ki doğru kitapları seçmiş olmak. Son 2 senedir yaptığım en önemli değişikliklerden birisi de aynı anda 2 hatta 3 kitap okumak. Aynı anda bir fiction (kurgu) bir adet de non-fiction (kurgusal olmayan diye çevrilebilir sanırım ama Türkçe bir karşılığı var mı emin olamadım şu an) okumaya dikkat ediyorum, böylece birisnden sıkılınca diğerine çok rahat bir şekilde geçiyorum ve okumaya harcadığım zamanı istekli bir şekilde yüksek tutabiliyorum, kesinlikle tavsiye ederim.

2018 içerisinde bitirdiğim kitaplardan bazıları,

- Güneş, Ay ve Rolling Stones - Rich Cohen : geçen sene bir gençlik hayalimi gerçekleştirdikten sonra bu kitabın yayınlandığını görünce almıştım, Rolling Stones tarihine kısa ve güzel bir bakış, tavsiye ederim. Okunacaklar listeme Keith Richards'tan "Hayat"ı da eklediğimi belirteyim, kütüphanemde yerini aldı, sırasını bekliyor.

- Moneyball - Michael Lewis : Artık bir terim haline dönüşmüş olan "moneyball" kavramının çıkış kitabı. Belki filmi tanıdık gelecektir. Brad Pitt'in başrolünde oynadığı uyarlama da başarılı idi ama kitabını da kesinlikle okumalısınız. Beyzbol özelinde, kemikleşmiş bazı yöntemleri sorgulayarak daha bilimsel, rakamlara dayalı bir seçim, yönetim sitemi getiren Billy Beane'in hikayesini anlatan bu kitap hem kurgusu hem de akıcı diliyle çok başarılı. Bu yöntemler artık sadece beyzbolda değil tüm spor dallarında kullanılıyor, kullanılmaya çalışılıyor.

- The Undoing Project : Michael Lewis : Son yılların favori kitaplarından birisi olan "Hızlı ve Yavaş Düşünmek"in yazarı Nobel Ekonomi ödüllü Daniel Kahneman'ı birçoğumuz duymuş olabilir ama bu kitap o kitabın arka planında iki İsrailli akademisyen psikologun, popüler tanımıyla "davranışsal ekonomi" kavramını ortaya çıkardığını ve doğru kabul birçok kavranın aaslında nasıl yanlış yorumlandığını anlatıyor. Bunu da Lewis'in yine başarılı dili ve kurgusuyla yapıyor. Amos Tversky ve Daniel Kahneman'ın arkadaşlığının nasıl da kavrayışımızı değiştirdiğini anlatıyor. Kitap daha 2017'de basıldığından henüz Türkçe çevirisi yok, ben Kindle'da okudum, şiddetle tavsiye ederim, hatta hala "Hızlı ve Yavaş Düşünmek"i okumadıysanız önce bu kitabı okumak bir tür giriş olacaktır.

- Dilini ve anlattıklarını beğendiğim bir yazar belirleyip tüm kitaplarını okumanı çok hoşuma gittiğini daha önce de birkaç kez yazmıştım. Yukarıda belirttiğim Michael Lewis bu yazarlardan birisi oldu, aralara farklı kitaplar ekleyerek tüm kitaplarını okumayı hedefliyorum. 2018 içerisinde ondann okuduğum bir diğer kitap yine Kindle üzerinden okuduğum "Flash Boys" oldu, Wall Street'te yaşanan "hız" manyaklığını anlatan bu kitap borsa veya para piyasalarıyla ilginiz olmasa da okumanız gereken ilginç bir hikaye ve yeni dünya düzeninde insanların milisaniye ve mikrosaniyelerle ölçülecek kadar hızlı olmak için neler yapabileceğini anlatıyor.

- Favori yazarlarımdan Kurt Vonnegut'un yazdığı kitap sayısı allahtan çok fazla ve ben hala okumadığım kitaplarını bulabiliyorum. Bu sene içerisinde (şu ana kadar) "Paldır Küldür", "Gece Ana", "Mavi Sakal" romanlarını okudum. Ayrıca üniversitelerde yaptığı mezuniyet konuşmalarından ve radyo programlarından derlenen iki de kısa kitabını, "Daha Ne olsun" ve "Allah senden razı olsun Dr. Kevorkian"ı bitirdim. Her Vonnegut kitabını olduğu gibi bu kitapları da tavsiye ederim tabii ki.

- Okuduğum kitapları tek tek yazmayıp özellikle önereceklerimi belirteyim artık. Fiction olarak, Nick Hornby'den Komik Kız, Neil Gaiman'dan Amerikan Tanrıları Ve Glenn Meade'den Sakkara'nın Kumları. Non-fiction olaraksa Richard Thaler ve Cass Sunstein ikilisinden Dürtme, Matthew Walker'dan Why We Sleep? (aslında bu kitaba ayrı bir yazı yazmak planım var, becerebilirsem), Mirgün Cabas'tan 2001 Eski Türkiye'nin Son Yılı ve Barry Scwartz'dan Neden Çalışırız?.


1 Kasım 2015 Pazar

Anestezi etkisi

Mevcut gundemimize yonelik kisa bir not yazmak istedim. Beni taniyanlar bilir, (belki de fazlasiyla) iyimser birisiyimdir. Onemli bir secim gununu geride biraktigimiz ve kendi sosyal cevrem acisindan hayalkirikligi diye adlandirabilecegim sonuclardan sonra etrafimda daha da buyuyen umutsuzlugu gorunce aklima bu blogda devamli bahsettigim Chuck Palahniuk'tan bir anekdot geldi, anlayana...

"Üniversitedeyken dişeti hastalığı olan insanların fotoğrafları konusunda yorumlar yapmak zorundaydık. Bunlar çürümüş dişetleri ve çarpık çurpuk, lekeli dişlerin fotoğraflarıydı ve insanların bu görüntüleri görmesinin kendi diş bakımlarını nasıl etkileyeceği araştırılıyordu.

Gruplardan birine sadece biraz çürümüş diş etleri gösteriliyordu. İkinci gruba biraz daha fazla çürümüş dişetleri, üçüncü gruba ise diş etlerinin çekildiği, yumuşadığı ve kanadığı, dişlerin kahverengi ya da eksik olduğu korkunç, kararmış ağızlar.

İlk çalışma grubundaki insanlar diş bakımlarını her zamanki gibi sürdürdüler. İkinci gruptakiler dişlerini biraz daha fazla fırçalayıp, ağızlarını daha fazla çalkaladılar. Üçüncü gruptakiler ise pes etti. Dişlerini fırçalamayı ağızlarını çalkalamayı bırakıp, dişlerinin kararmasını beklemeye başladılar.

Bu çalışmada buna "anestezi" etkisi denmişti.

Sorun çok büyükse, çok fazla gerçeğe maruz kalıyorsak, kendimizi kaptma eğilimi gösteriyoruz. İstifa ediyoruz. Felaket kaçınılmaz göründüğü için eyleme geçemiyoruz. Kapana kısılıyoruz. Buna "anestezi" deniyor.

İnsanların dişeti hastalıklarıyla bile yüzleşmeye korktuğu bir kültürde insanların bir şeylerle yüzleşmesini nasıl sağlarsınız?"

Enseyi karartmayip onumuze bakalim. Burasi bizim, gidecek bir yerimiz veya kendi adima konusmak gerekirse gitme istegimiz yok.

10 Mart 2013 Pazar

Chuck'tan bir kısa hikaye

En favori yazarlarımdan Chuck Palahniuk'un üretken yazım süreci sadece romanlarla değil kısa öykülerle de devam ediyor. Kısa süre önce yayınladığı kısa hikayesi "Phoenix"i bir türlü kullanmaya alışamadığım Kindle vasıtasıyla Amazon'dan sadece 99 cente satın aldım ve aç kurt gibi okudum.

Bir hevesle yıllar önce aldığım ama biraz hard copy kitap okumanın getirdiği haz biraz da okumam gereken onlarca çevrilmiş kitap varken ingilizce kitap okumayı tercih etmememden dolayı Kindle'ı tam performansıyla ilk kez kullanmış oldum. Kullanmasının ve web üzerinden kitap satın almasının çok kolay olduğunu zaten biliyordum ama hikayeyi okurken çok hoş bir detay gözüme çarptı; Amazon bizim tabirimizle okuyucuların altını çizdiği cümleleri sana göstererek (bu bir opsiyon tabi, istersen kapayabilirsin) insanların nereleri beğendiğini anlamanı sağlıyor, ya da başka bir gözle bakarsak hızla okuyup geçmek yerine dur bir bak düşün diyor.

Chuck bu kısa hikayede iş gezisine çıkmış bir kadının eviyle kurduğu iletişim üzerinden, evlilik, sadakat, tembellik fonlarında gergin bir hikaye ortaya koyuyor, hem de o güzel tarzının örneklerini sunarak. Kesinlikle okuyun derim ama ne tarz formatlarda kitaba erişim olduğunu bilemiyorum, Amazon.com 'u biraz kurcalayın.

Hikayenin en çok altı çizilmiş ve benim de en çok sevdiğim cümle hem iş hem de özel hayatımıza ne kadar da uygun : "Pasif insanlarla ilgili en önemli sorun, sizi harekete geçmeniz için zorlarlar ve sonra da sizden bunun için nefret ederler. Asla affetmezler."

Şimdi sırada yine Kindle üzerinden bu sefer bir diğer favori yazarım Nick Hornby'nin bir hikayesini okumak var. Bu iş hoşuma gitti.

9 Mart 2013 Cumartesi

Eco'dan çok kişisel bir roman

Uzun süredir bir tür okumaya fırsat bulamadığım (aslında çıkar çıkmaz Amerika'dan hard cover'ını almıştım ama bir türlü okumaya başlayamamıştım, her zaman olduğu gibi ben okuyana kadar da Türkçeye çevrilmişti) Umberto Eco'nun "Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi"ni uzun bir okuma serüveninin ardından bitirebildim. Başlıkta da belirttiğim gibi kişisel bir roman olan Kraliçe Loana yazarın diğer romanlarından farklı bir yapıya sahip. Otobiyografik olduğunu rahatlıkla tahmin edebileceğimiz bir çok noktayla süslenmiş bu kitabı okuması bence biraz sıkıcı da olsa Eco'nun o zekice gözlemlerini, yorumlarını ve diyaloglarını okumanın hazzı kitabı sonuna kadar rahatlıkla ulaştırıyor.

Roman hafızasını kaybetmiş 60 yaşlarında bir sahafı anlatıyor. Kim olduğunu, eşini, çocuklarını, geçmişini hatırlayamayan bu adam özel hayatına dair olmayan herşeyi, kitapları, tarihsel olayları vs. rahatlıkla hatırlayabiliyor. Eco bu adam özelinde hafızaya, benliğe çok ilginç gözlemler sunuyor ve sonrasında da adamın çocukluğunu hatırlama çabalarına odaklanıp 2. Dünya Savaşı döneminde İtalya'nın kırsalındaki faşist Mussolini (Duçe) diktasını anlatıyor. İktidara sahip olanların (ki bunun sadece faşistlere ait bir özellik olmadığını hepimiz iyi biliyoruz) medyayı, basılı yayınları (çocuk kitapları da dahil olmak üzere) nasıl kullandığını birinci elden görüyor, bir çocuğun saf gözünden televizyon öncesi o dönemin bilgiye aç insanlar için radyo, kitap ve dergilerin önemini anlıyoruz. Romanı okurken beni hem en çok şaşırtan hem de bir o kadar garip bir mutlu eden konu Eco'nun 40'lı yıllarda yaşadığı çocuklukla benim 80'li yıllarda yaşadığım çocukluk arasında ciddi bir fark olmamasıydı. Eco'nun anlattığı sokak oyunları, okuduğu kitaplar, özellikle çizgi romanlar hep benim de oynadığım oyunlar, okuduğum kitaplar ve çizgi romanlardı (ana hatlarıyla diyelim en azından). Kabaca 1900'lu yılların başıyla sonu arasındaki farkın az olması çok ilgi çekici. Ama şimdi öyle mi, Meriç'in çocukluğunun benim çocukluğumla alakası yok, bir çok açıdan daha iyi durumda olsa bile bizim yaşadığımız o basitlikleri göremeyecek olması üzücü. Bu yaz en azından parkta misket oynamayı denemeliyiz...

Kraliçe Loana popüler kültüre mümkün olduğunca yer veren nostaljik bir çalışma ve aralarda karşılaşacağınız hayranlık uyandırıcı gözlemlere dikkat edebilirseniz iyi bir okuma olabilir, özellikle kötülük ve Tanrı temalı pasaj harika.

19 Şubat 2013 Salı

Django, D okunmaz

Uzun zamandır dört gözle beklediğim son Tarantino filmi Django, Unchained sonunda sinemalara geldi ve ben de biraz gecikmeyle de olsa izleme şansı yakaladım. Tarantino filmlerinin en temel özelliklerinden bir tanesi, daha fikir aşamasındayken Tarantino tarafından röportajlarda duyurulması. Aklımda bir intikam filmi var deyip yıllar sonra Kill Bill'i, aklımda bir ikinci dünya savaşı var deyip Inglourious Basterds'ı ve son olarak da bir western fikri var deyip Django, Unchained'i çekti. Sinemaseverler uzun bir süredir b filmi bekliyordu yani.

Bir Tarantino hayranı olarak ve en çok etkilendiği isimlerden birisinin benim de en favori yönetmenlerimden birisi olan Sergio Leone olduğunu göz önüne alırsak, bir western filmi çekmeye karar vermiş olması insanı ister istemez çok büyük beklentilere sokuyor (ki hemen söyleyeyim, beklentiler karşılanıyor). Bir film hayranı olarak kariyerine başlayan ve janrlara yönelik filmler çekmek suretiyle kariyerine devam eden yönetmen için western çekmek bence en zor denemelerden bir tanesi olmuştur diye  düşünüyorum. Bu türde çoğu İtalyanlar tarafından çekilmiş olsa da çok önemli başyapıtlar olması ona birçok esinlenme ve saygı duruşu imkanı sağladığı kadar onların kült seviyesine erişmek gibi bir de çıta ortaya koymuştur elbet.

Zincirsiz olarak sinemalarımızda gösterilen Django, Unchained şimdi burada listeleyemeyeceğim kadar çok gönderme, esinlenme, anekdot içeriyor. Size tavsiyem internette biraz dolaşıp film üzerine okumanızdır, çok ilginç notlarla karşılaşacaksınız. Film her Tarantino filminde olduğu gibi her bir sahnesi görsel olarak tasarlanmış ve zekice diyaloglarla dolu bir senaryo üzerine kurulmuş. Ama bir o kadar da önemli bir parametre iyi casting ve o oyuncuların mükemmel yönetilmesi sonucu elde edilen harikulade oyunculuk. DiCaprio, Waltz ve Foxx gerçekten döktürmüşler, Tarantino da sanırım onlar bu kadar döktürdükçe onlara daha fazla alan bırakmış ve sahnelerini uzatmış.

Fazla uzatmadan, müzikleriyle, görselliğiyle, karikatürize edilmiş şiddetiyle, westernlere saygı duruşuyla, Amerikan tarihine yönelik kölelik eleştirisiyle ve Oscarlık oyuncu performanslarıyla Tarantino yine kendi filmografisinde önemli bir eser ortaya koymuş. Ha, en iyi filmlerinden birisi değil ama zaten benim için Reservoir Dogs gibi bir ilk filmden sonra daha iyi bir film çıkartması zor. Bu arada, sıradaki projesi mi olur bilmiyorum ama Tarantino bir düşüncesini daha resmen açıkladı : Inglourious Basterds ve Django, Unchained ile hafif modifiye edilmiş tarihsel filmlerini bir üçlemeye dönüştürmeyi değerlendiriyormuş.

15 Aralık 2012 Cumartesi

Steve Jobs

Su anda dusunuyorum da geriye donup bakinca o kadar kitap okudugum halde hic biyografi okudugumu animsamiyorum, ama Steve Jobs'un biyografisini okurken eger iyi yazilmissa her turlu kitabin rahatlikla okunabilecegimi gordum, aynen iyi yonetmenlerin elinde farkli bir hayat bulan siradan oykuler gibi. Bunu soylerken Jobs'un hayatinin siradan oldugunu iddia etmekten cok, kitabin yazarinin ne kadar da olaganustu bir is cikardigini vurgulamak isterim sadece. Walter Isaacson kitabin arkasinda sadece 2 cumleyle verilen ozgecmisini hakli cikartan bir performans ortaya koymus (CNN'de baskanlik ve Time dergisinde sorumlu yazi isleri mudurlugu). Bu kitabi bitirdikten sonra hemen bu sefer de Einstein hakkindaki biyografisini aldim, bir ara onu da okuyacagim.

Kitap Steve Jobs'un hayatini anlatiyor ama disaridan bir gozlemci gibi degil de uzun sureler yanyana takilmak, aile ve is hayatini yakindan birebir takip etmek seklinde hazirlanmis. Her ne kada Jobs'un ozel istegiyle baslanmis olsa da, bu proje hicbir sekilde bir reklam havasina burunmemis aksine Jobs'u olabilecek en ciplak haliyle anlatmis. Kitabin en sonunda hatta Jobs kitapta yazilanlar pek de hosuma gitmeyecek di mi diye sormadan edemiyor.

Nedense cok huzunlu buldugum bu kitaba baslarken acikcasi cok temel seyler disinda Jobs hakkinda pek bilgim yoktu, Apple'in kurucusu olmasi, sirketten kovulmasi, sonra Pixar'i kurmasi ve basarili olarak Apple'a geri cagrilmasi, heyecan verici Stanford konusmasi (ki blogumda yer almistir, merak ederseniz) ve tabii ki cigir acan urunleri. Ama kitap tam bir surpriz, Jobs'un dahi olmasinin yaninda ne kadar da kisilik problemleri olan, sorunlu, manipulatif, obsesif ve duygusuz birisi oldugunu anlatiyor. Tum bunlari okurken adama hayran olmakla uzulmek arasinda gidip geliyorsunuz. İste ben de kitap boyunca genelde huznu hissettim ve bittiginde agzimda garip bir tat kaldi.

Bircok fark yaratan ozelligi disinda bence en onemli ozelligi, ingilizce kelimesi cok guzel oldugu icin onu tercih ediyorum, "execution" yetenegi. Etrafta bircok guzel fikri olan insan bulabilirsiniz ama bunlari uygulamaya koyabilmek cok farkli bir yetenek ve disiplin gerektiriyor. Jobs bu noktada da olaganustu bir yetenege sahip ve benim en hayran oldugum ozelligi bu oldu. Kitapta bilgisayar, animasyon, muzik, yayincilik, kisisel tablet, telefon sektorlerinde yaptigi degisiklikler ve bunlarin tum detaylarini gorebilir, bu noktalara nasil geldigini okuyabilirsiniz.

Kitabi ilginc bir karakterin hayatini okumak kadar bir is kitabi okumak seklinde de degerlendirebilirsiniz ama kendi adima onun insanlara davranis bicimini uygulamak pek bana gore degil. Bu cok guzel yazilmis ve icerik olarak da cok ilginc bu kitabi kesinlikle okumanizi tavsiye ederim.

28 Eylül 2012 Cuma

Palahniuk'tan vasati asmayan bir kitap : Pigme

Artik benim icin bir klasik hale gelen ortalama 2-3 yilda bir yaptigim Amerika ziyaretlerindeki kitapci ziyaretlerimde kendimi tutamayip ingizlicesini aldigim ama bir turlu okumak icin firsat yaratmaip sonunda Turkcesi yayinlaninca kolayina kacip Turkceden okudugum Chuck Palahniuk romanlari serisinin simdilik sonuncusu olan Pigme'yi (orj. adiyla Pygmy) bitirmis bulunuyorum. Birkac hafta icerisinde Amerika'ya gidiyor olmam da bu kadar denk duser, ben de kendimi taniyorsam bu ziyaretten donuste henuz Turkceye cevrilmemis son 2 kitabini (Tell-All ve Damned) alip, serinin burada sonlanmasina izin vermem.

Bir Palahniuk fanatigi olarak Pigme cok guzel baslamasina ve cok sey vaad etmesine ragmen acikcasi sonlara dogru vasatlasti ve bitirisi de kendi adima cok basit oldu. Adi soylenmeyen ama uzak dogu komunist ulkelerinden birisinden geldigi ima edilen bir grup cocuk gorunuslu super ajanin Amerika'ya karsi bir operasyon duzenlemek amaciyla degisim ogrencisi olarak Birlesik Devletlere girmesiyle baslayan ve onlardan birisinin agzindan gerek yanina yerlestigi ortalama Amerikan ailesiyle olan iliskisini, gizli planlarina yonelik hazirliklarini, bu noktaya nasil geldigine dair anilarini okudugumuz bir roman bu. Tum bunlari anlatirken her zamanki gibi Palahniuk gunumuz toplumunun tuketim cilginligini ve modern hayatin bize vurdugu rangalari anlatiyor. Bu seferki ilginc yaklasimlarindan birisi bu hayat tarzinin ziddi olan devletci bir toplumu da (eski komunist ulkeleri odagina alan bir sekilde) odagina koyup bir acidan ikisini karsilastirma imkani vermesi. Tabi bunu soylerken ciddi veya bilimsel bir karsilastirmadan bahsetmiyorum, karikaturize edilmis bir durum sozkonusu.

Dedigim gibi iyi bir plotla baslayan ve ozellikle ilk sayfalarinda sahip oldugu mizah ogesiyle de kitabin gerisi icin cok umut veren Pigme sonradan vasata donuyor ve kendi acimdan en hayal kirikligi yaratan romani oluyor Palahniuk'un. Ha, bu benim icin bir kayip mi, hayir. Palahniuk'un yazdigi her kitap bence iyi bir edebiyat ornegidir. Kendi alamet-i farikalari bu kitapta da her zamanki gibi yer aliyorlar. Kendini tekrarlayan yapilar, ilginc anekdotlar vs.

Son olarak, kitapta kim olduklarini soylemeyecegim unlu tarihi sahsiyetlerden bol bol alintilar goreceksiniz. Ben bu alintilari okurken nedense hep gunumuz Turkiye'sini dusundum ve korktum, neden korktugumu anlamaniz icin size iki ornek :

- Tek bir olum bir trajedidir; bir milyon olum ise bir istatistik.
- Muzaffer olan asla sorgulanmayacaktir, sayet gercegin ne oldugunu kendisi soyluyorsa.

Son alintiyi da 3 Temmuz 2011'den bu yana mucadelesini surduren ve asla biat etmeyen Fenerbahce taraftarina hitaben yaziyorum : Ilerleme, itaatsizlikle olur, itaatsizlik ve isyanla.