25 Aralık 2009 Cuma

Nissan 350Z


Bilenler bilir arabalara cok da duskun bir insan degilimdir, guzel arabalari tabii ki severim ama beklentilerim cok da yuksek degildir. Klasik Ford Mustang her zaman 1 numarali favorim olacaktir ama zaman icerisinde degisik arabalari cekici buldugum olmustur normal olarak, son yillara bakacak olursam Mini Cooper ve Audi TT'yi ornek gosterebilirim.

Ilk olarak 2005'teki uzun Amerika ziyaretimde gordugum ve hayran kaldigim Nissan 350Z'yi bu kategoriye rahtlikla ekleyebilirim. 2005'ten sonra totalde herhalde 1 veya 2 tane gormuumdur Istanbul'da ama buraya tekrar geldigimde etrafta dolasan 350Z'leri gorunce tekrar hayran kaldim. Ikinc bir arabayi kaldiracak mali kapasitede olsam (aile arabasi degil sonuc olarak) herhalde Nissan 350Z ile Audi TT kapisirdi.

23 Aralık 2009 Çarşamba

Noel sarkilari ve bir istisna

Noel zamani Amerika'da bulunmanin en kotu tarafi her tarafta durmaksiniz calan Christmas sarkilari herhalde. Gittiginiz her kapali mekanda ya klasik ya da yeni coverlanmis unlu Noel sarkilarini duyabilirsiniz. Bazilari insanin kulagina hos geliyorsa da, bir noktadan sonra artik dayanilmaz olmaya basliyor.

Bu sene bu furyaya Bob Dylan da katilmaya karar vermis ve Noel sarkilarindan olusan ozel bir album yapmis. Bob Dylan'in ondan genelde derin islr bekleyen bir hayran kitlesi olmustur eskiden beri, bu album onlari yine kizdiracaktir kesin ama Midget'in gectigimiz gunlerde Muse hakkinda yazdigi yazida ve yorumlarda da gectigi uzere, bazi isimlerin artik kendini kanitlama gibi ihtiyaclari yoktur ve tamamen kisisel (duygusal veya profesyonel) nedenlerle deneysel calismalara girme luksune sahiptirler. Albumun tamamini dinlemedim ama duyduklarimi dikkate alarak konusacak olursam diyebilirim ki, Dylan'dan alisik olmadigimiz bir stille karsi karsiyayiz; bir kere, kendi adima konusacak olursam sesini tanimak biraz zor, albumun farkina varmami saglayan sarkisi "Must Be Santa" cok basarili olmus ama ilk duydugunuzda sarkiyi her ne kadar polka melodileri icerse de daha cok son yillarda prim yapan cingene punk gruplarindan birisi soyluyor zannedebilirsiniz. Eger girebilirseniz youtube'dan sarkinin klibini de izleyin, cok guzel bir sarkiya cok eglenceli bir klip cekmisler.

Dini acidan bakmayip muzikal kaygilarla yaklasacak olursaniz Dylan'in bu denemesinden keyif alacaginizi dusunuyorum.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Meric bavulda


Meric babasini ozlemis, bir daha goreve gidecek olursa ben de bavulunda gidebilir miyim acaba calismasi yapiyor. Keyfi de yerinde hani...

19 Aralık 2009 Cumartesi

Calisiyorum


Arkadaslar buraya gezmeye gelmedim, bakin calisiyorum. Tolga, kanatin uzerindeyken ararsin diye bekledim ama aramadin...

17 Aralık 2009 Perşembe

Bugunlerde ne dinliyorum?

Sirius XM sayesinde bol bol Bruce Springsteen diyemiyorum cunku bu sefer kaldigimiz oteli ucagin bulundugu Goodyear Airport'a cok yakin bir yerden sectim, otel is arasi arabayla 4 dakika suruyor, bu surede de radyodan pek faydalanamiyorum tabii.

Kisa listem eski ve yenilerden karisik olustu bu sefer :

1. The Coral - Dreaming of You
2. Steely Dan - Reelin' in the Years
3. Wolfmother - New Moon Rising
4. Ida Maria - Oh My God
5. Kiss - Rock and Roll All Night

16 Aralık 2009 Çarşamba

Sirius XM - Uydudan radyo yayini

Amerika'dan kisa izlenimlere devam.

Hani sehirdisi (mesela Pendik falan) gezilere gittiginiz zaman radyolar cekmez olur ya, kendinizi ayri kaset, cdleri dinlerken bulursunuz, kisa mesafe gidiyorsunuz idare eder de saatlerce surecek bir yolculuksa ayni seyleri dinlemek sikar, radyonun getirdigi ccesitliligi, bir sonraki sarkinin ne oldugunu bilmemenin getirdigi surpriz duygusunu ozlersiniz ya, iste Amerikalilar o isin de ustesinden gelmisler.

Phoenix'e geldikten sonra Hertz'den kiraladigimiz aracta ilk basta farketmedigimiz bir ozellik daha varmis, bunu ancak 10 gun sonra Grand Canyon ve Las Vegas'i kapsayan uzun gezide farkina vardik. O haftasonuna kadar sehiricinde kullandigimiz araba radyosunda cok guzel kanallarin farkina coktan varmistim bile, sadece Elvis calan, sadece Sinatra calan ve benim icin en heyecan verici olani sadece "Patron" calan radyo kanallari vardi.

Haftasonu uzun yola ciktigimizda yanimiza yolda donleyecegimiz cdleri almistim bile, en azindan cekmemeye baslayana kadar sadece Patron'un caldigi E Street Band kanalini actim ve yola koyulduk. Ama kilometreler, saatler gecti ama radyo sinyalleri biraz olsun kaybolmadi. Iste o zaman dikkatimi cekti, tum bu kanallarin sonunda XM vardi, farkli bir yayin mecrasiyla karsi karsiyaydim.

Otele dondukten sonra internette kisa bir arastirmayla Sirius XM ile tanistim, uydu uzerinden yayin yapan, 130'dan fazla kanala sahip. reklam almayan, tematik kanallara odaklanan bir medyaydi bu. Ucretli olan bu kanallari ozel radyolarla veya internet uzrinden dinleyebiliyorsunuz ve bizim sansimiza Hertz'in tum araclari bu ozellikle donatilmisti. Tum Amerika'da dinlenebilecek radyo yayini fikri gercekten orjinal ve acikcasi giptayla bakiyorum.

Istanbul'da Beylikduzu veya Pendik'e bile gittiginizde Radyo Eksen'i dinleme sansi azalirken uydudan favori kanalini her yerde dinleyebilme luksunu bakalim biz ne zaman yasamaya baslayacagiz...

Not : Sirius XM kanallarini internetten de dinleme sansi var. Radyo Eksen olmasaydi kesinlikle dusunurdum.

14 Aralık 2009 Pazartesi

That 70s Show


Internetten dizi indiren bir kusagin elemanlari olarak bu diziyi coktan duymus, indirmis, izlemis olabilirsiniz ama ilk olarak 2005'teki Amerika maceramda televizyondaki bol tekrarlarindan tanima sansi oldugum "That 70s Show" adli sitcomu yine de duymamis olanlarin dikkatine sunmak isterim.

Adi ilk basta bir talkshow programini ya da skeclerden olusan garip Amerikan komedi programlarini cagristirsa da karsinizda saglam bir genclik sitcomu bulacaksiniz. Adinin That 70s Show olmasinin sebebi ise 90'larin sonunda yayinlamaya baslamis olmasina ragmen 70'lerde gecen bir hikayeye sahip olmasi. Bence Turkiye'de (tabii ki CNBC-E'yi kastediyorum) yayinlanmamis olmasinin sebebi fazlasiyla Amerikan kulturu gondermesi icermesi ve izleyicilerin dizinin cok da icine giremeyecegi riskini almak istememleridir.

Ancak eger biraz sabirli olup birkac bolumu tamamlar ve karakterlerin biraz oturmasini beklerseniz emin olun cok ciddi bir eglencelikle karsi karsiya oldugunuzu soyleyebilirim.

Wisconsin, Point Place adli bir kasabada bir grup gencin ve o genclerden birisinin annebabasinin merkezinde oldugu bir hikaye var. Ergenlikten yetiskinlige gecis surecine girmis, 70'lerin sosyal, siyasal, muzikal ve "keyifverici" gelisimlerinden yakindan etkilenen birbirinden cok farkli karakterlere sahip ama cok iyi arkadas 4 erkek ve 2 kizdan olusan grupta ozellikle bizdeki Inek Saban karakterine benzetebileceginiz (ama daha yakisikli ve capkin hali) Kelso'yu ve yayinlandigi 8 sezon boyunca hangi ulkeden geldigi ve hatta gercek adi bile belli olmayan Orta Amerika asilli oldugunu tahmin ettigimiz Fez takma adli karakterleri cok seveceksiniz. Dizinin tutkunu oldugunuzda "Burrrnnn" ve "I said Good day" replikleri dilinizden dusmeyecek.

2006'da sonlanmasina ragmen websitesi halen aktif halde suran bu dizi hakkinda daha fazla bilgiyi websitesinden ve internetten bulabilirsiniz.

"I said, Good Day!"

11 Aralık 2009 Cuma

Orlando Magic'in kaybetmesini istemek

Bir suredir aklimda olan bir konuyu hazir televizyonda Orlando Magic - Phoenix Suns macini izlerken yazayim dedim.

Sadece ben mi boyle hissediyorum ama ne zaman Megic'in maci olsa icten ice kaybetmelerini istedigimi farkettim. Sureci cok yakindan takip ettigimi soyleyemeyecegim ve bildigim kadariyla da Orlando'dan bekledigi gibi iyi bir teklif alamayacagini anlayan Hidayet baska takimla anlasma yolunu aradi ve bence cok da iyi bir paraya karsilik Toronto'yla anlasti ama yine de onunla anlasmak yerine Vince Carter'i ve birkac yan oyuncuyu da bunyesine katmayi tercih eden Orlando sanki ona ihanet etmis gibi hissediyorum iste. Herhalde kanimiza islemis Turk duygusalligi ve millyetciligi bu olsa gerek.

Aslinda Orlando Magic NBA'de 90'li yillardan beri sempatiyle takip ettigim ender takimlardan birisidir, Anfernee Hardaway ve Shaq'in onderliginde genc ve agresif o takimin finale kadar cikisini (Nick Anderson'un arka arkaya kacirdigi dramatik serbest atislari) unutmak mumkun mu? Ustune ustluk her ne kadar son birkac sezondur rakamlari fena olmasa da kariyer olarak dususte olan ve artik zaman dolduruyormus gibi hissettiren, yine de yetenek acisindan hala NBA'in en heyecanverici oyuncularindan birisi olan Vince Carter da kadroya katilmisken, Matt Barnes gibi bir savasci, Brad Anderson gibi surpriz bir oyuncu, Hidayet'in yoklugunda performansi artan Reddick ve de yine kariyerinin sonlarindaki Jason Williams ile Magic gecen sene surpriz olarak adlandirilan finalin bu sene en buyuk adaylarindan haline gelmiken insan bu takimin buralara gelmesinde onemli paya sahip Hidayet'in yine burada kalmis olmasini umuyor iste.

Napalim yollari acik olsun (pek samimi olmadi galiba bu dilek)...

8 Aralık 2009 Salı

Murat ve Mert, mujdemi isterim...

Murat basta olmak uzere Murat ve Mert ikilisine guzel bir haberim var. Guzel "Hani abi"miz Mark Strong'un yeni bir filmi yakinda sinemalara geliyor, hem bu sefer film daha keyifli ve eglenceli gozukuyor. Guy Ritchie'nin yonettigi basrollerinde Robert Downey Jr. (Sherlock Holmes), Jude Law (Dr. Watson) ve Mark Strong'un (Lord Blackwood) oynadigi "Sherlock Holmes".

Guzel bir film bekliyorum, fragmanlari ilgi cekici. Amerika'da aysonu gibi vizyona girecek, Turkiye'de de cok gecikmez herhalde, hep beraber gidelim hatta.

6 Aralık 2009 Pazar

Amerika'dan kisa kisa #1

Buraya geleli 3 hafta oldu bile ama bir turlu oturup yazamadim, daha da uzatip uygun modu beklemektense kisa notlar yazmaya calisacagim.

Amerika'ya gelmenin en cekici yanlarindan bir tanesi acikcasi alisveris. Normalde alisverisi seven bir insan degilim ama bu tarzda uzun gorevlere gittigim zaman vakit gecirmenin yollari alisveris mekanlarini gezmek oluyor. Amerika bu konuda Avrupa'daki sokak kulturune sahip olmayabilir ama fonksiyonel olarak bakarsak daha fazla cesit secenegine ve daha dusuk fiyatlara sahip. Alisveris konusunda belki sonra geri gelirim ama kisisel acidan en zevk aldigim alisveris kitap alisverisi oluyor... gidecegim yer belli olunca ilk baktigim seylerden birisi en yakindaki Barnes&Noble ve Borders magazalarini aramak oluyor.

B&N ve Borders asagi yukari ayni formata sahipler ve su ana kadar gerek Turkiye'de gerekse Avrupa'da gordugum tum kitapcilardan farklilar. Esasta tabii ki hepsi ayni, bir mekanin icerisinde kitaplar, dvdler, cdler, ansiklopediler vs. var ama sunum herseyi degisiriyor iste. Bir kere, buradaki kitapcilar mekan olarak cok genis bir alan uzerine kuruluyorlar ve iceriye girdiginiz zaman kendinizi binlerce kitabin oldugu ama ferah, raflar arasinda genis alanlarin oldugu bir ortamda bulyorsunuz. Ve inanin bana bir kitapsever olarak o raflarin arasinda dolasmak cok zevkli. Amrikalilarin pazarlama konusundaki yetenekleri kitaplar konusunda da gecerli... bir kitap nasil pazarlanir diye dusunebilirsiniz ama gelip gormeniz lazim; kitap isimlerinin seciminden kapaklara, hardcover veya paperback surumlerden su anda aklima gelmeyen bircok orjinal fikirle kitapseverlerin ilgisini cekmeyi basariyorlar (en ilgimi cekenlerden bir tanesi bloguma adini da veren kitap olan Hitchhiker's Guide to the Galaxy'nin yeni bir edisyonu oldu, bende farkli bir edisyonu oldugu halde almamak icin kendimi zor tuttum). Bu kitapcilara gitmek benim icin cok zor oluyor cunku her gidisimde mutlaka 1-2 kitap aliyorum ve donus zamani geldiginde bavula konmayi bekleyen bircok kitap oluyor, ki bu hem tasimak acisindan sorun yaratiyor hem de sira o kitaplari okumaya gelinceye kadar bircogu Turkeceye cevrilmis oluyor. Turkcesi varken de Ingilizcesini okumak artik cekici gelmiyor ama ingilizcelerini okumaya zorluyorum kendimi yine de (ya da o kitaplara o kadar para harcadiktan sonra, Ciler Turkcesini almama izin vermiyor dersem daha uygun olur). Bu sefer (simdilik) kendimi zorladim ve sadece Chuck Palahniuk'un son 2 kitabini aldim (o da, biraz koleksiyonculuk ruhundan kaynaklaniyor, diger kitaplarinin Ingilizcelerini daha onceki ziyaretlerimde almistim, bunlar eksik kalsin istemedim; kayitlara gecmesi acisindan hepsinin Turkceleri de var ve Ingilizcelerini okuduktan 1-2 yil sonra Turkcelerini de okuyorum).

Gordugum ilginc sunumlardan bir tanesi de gectigimiz haftalarda uzerine yazi yazdigim Jack Kerouac'in Yolda'si oldu. Yazimi okuduysaniz (okumadiysaniz ahan da linki) yazarin kitabi nasil yazdigi konusundaki anekdotu hatirlarsiniz, daktilosunun basina oturup daha onceden rulo haline getirdigi ve bu sayede sayfa degistirmek icin zaman kaybetmek zorunda kalmaksizin aklina gelen kelimeleri oldugu gibi kagida doktugu... iste bu gordugum edisyonda editorler yazarin orjinal sunumunu korumuslar ve satirbasi, paragraf falan gibi sonradan yapilan hicbir duzeltmeyi yapmaksizin kagitta yazilanlari kitap haline getirmisler. Kabul ediyorum onlarca yaprak yaziyi paragraf olmaksizin okumak kolay olmuyordur herhalde ama bu anekdotu bildikten ve yazarin o kitabi yazdigi modu dusundukten sonra kabul edersiniz ki cok yaratici bir eitorluk ornegiyle karsi karsiyayiz. Kitap bu haliyle satmaz diye dusunmemisler ve piyasaya surmusler, bu sadece yaraticilik degil ayni zamanda cesaret ve gercek kitapseverlere karsi duyulan guven bence (sanirim yarin gidip o kitabi alacagim :))

Kisa dedim ama yazmaya baslayinca yine uzadikca uzadi, notlarim devam edecek onumuzdeki gunlerde.