30 Temmuz 2008 Çarşamba

Tom Waits



Gectigimiz haftasonu Tom Waits konseri için Paristeydim (daha cümleyi bitirmeden aklıma Özgür'ün vereceği tepki geldi, kardeşim selamlar..).

Uzun süredir Avrupa'ya gelmeyen Tom Waits "Glitter and Doom" turnesi kapsamında Avrupa'nın değişik ülkelerinde konser vermeye gelince abimizin hastası olan İlker fırsatı kaçırmadı ve sağolsun bana da haber vermek suretiyle bu mükemmel konserden nasiplenmemi sağladı.

Konser şimdiye kadar gördüğüm en güzel kapalı konser salonlarından birisi olan Le Grand Rex adlı mekanda gerçekleşti. Girişte çok uzun ama hızlı akan bir sıra (her blok için ayrı bir giriş sırası vardı), sıkı bir kimlik kontrolü (karaborsayı engellemek amacıyla biletlerin satışında biletlerin üzerine isim yazılmış ve 1 kişi en fazla 2 bilet alabilmiş, bu sayede karaborsanın önüne bir miktar geçmeye çalışmışlar) vardı. Hole girdikten sonra içkilerimizi alıp salona geçtik, aynı İstanbul'daki sinemalarda olduğu gibi yer göstericiler (genç bayanlar) ve bahşiş düzeni vardı. Biz alışkın olduğumuz için en baştan hazırlamıştık bile ama fransızların dışında kalan yabancılar ilk başta ne oluyoruz diye bakıyorlardı, yer göstericiler de Fransa'da bu bir gelenektir (!!!) gibi bir açıklamayla bahşişlerini alana kadar bekliyorlardı.

Bizim bulunduğumuz parterin dışında salonun 2 tane de balkonu vardı ve genç kesim genelde yukarılardaydı. Eskiden biz de ancak balkondan izlerdik (maddi sebepler) diye düşündüm ve biraz olsun yaşlandığımızı hissettiren anlardan birisini yaşadım. Konser Çiler'in yaptığı beddua nedeniyle (sen eşini yeni doğmuş çocuğunu bırak, 1 aylığına Atina'ya git yetmedi bir de haftasonu için Paris'e git, bak bak bak, bedduadan ucuz bile kurtarmışım, en azından konu mankeni ben değildim...) 1 saat gecikmeyle başladı ama Allah'tan bedduanın çapı fazla değilmiş ve Paris'e gelene kadar etkisi azalmıştı da olumsuz olarak adlandırılabilecek tek şey bu oldu konserle ilgili. 8 yerine 9'da çıkan (arada seyirciler protesto alkışları yaptı ama sinirden değil Tom Waits'i görecek olmanın sabırsızlığından) Tom Waits tam 2 saat 15 dakika boyunca bize çok başarılı bir performans sundu.

Sahneyi tek başına onun kadar dolduran birisini daha görmemiştim (en yakın performans olarak Nick Cave'i söyleyebilirim ama karizma açısından Tom Waits ciddi fark atıyordu sahnede). Bu yazıdan sonra Tom Waits'in şarkılarına bakacak olursanız Murat yine abartıyor diyebilirsiniz ama Tom Waits'in kolay bir sanatçı olmadığını kabul ediyorum, dinlemeye başladığınız şarkılar önemli (Lie to me, God's away on business, Make it rain'i deneyebilirsiniz). Janrına biraz daha aşina olduktan sonra ne kadar farklı bir performans sanatçısı (sadece şarkıcı demek doğru olmaz) ile karşı karşıya olduğunuzu göreceksiniz. Bir de tabii, canlı performans farkı var. Radyodan, cd'den göremeyeceğiniz hissedemeyeceğiniz bir elektrik sözkonusu. Konser boyunca seyirciyi bir orkesta şefi edasıyla yönetti ve patronun kendisi olduğunu hep hissettirdi. Daha fazla alkış istediğinde bir el hareketiyle istediğini aldı, susmamızı istediğinde yine bir el hareketiyle susturdu. Arada hikayeler anlattı, şakalar yaptı, kendisine laf atan seyircilere cevap yetiştirdi, kendi stilinde dans etti, piyanoya geçti. Konserin sonunda sırtındaki ceket tamamen terle kaplıydı ve pantolonundan kıçına kadar terlediği belli oluyordu.

Kişisel olarak en beğendiğim sahne nüansı ise (daha önce internetten canlı performans görüntülerine bakmamıştım ama sonra baktığımda kendisinin alamet-i farikalarından birisi olduğunu anladığım) performansını üzerinde gerçekleştirdiği sahneden 15-20 cm yüksekte bir platformdu. Platformun üzeri tamamen tozla kaplanmıştı ve performansı esnasında ayağıyla tempo yaptıkça yerden bir toz bulutu kalkıyordu, inanın çok değişik bir hava katıyordu, bu kadar basit bir düşüncenin bu denli fark yaratması yaratıcılığının bir örneği diye düşünüyorum. Youtube'dan güzel canlı performans görüntülerini bulup izlemenizi şiddetle öneririm. Wikipedia'dan ve Ekşi Sözlük'ten de abi hakkında çok ilginç ve detaylı bilgilere de ulaşabilirsiniz, biraz zaman ayırın derim.

Son olarak, organizatör abilerime ablalarıma sesleniyorum, adam Avrupa'ya kadar gelmişken nasıl olur fırsatı değerlendirip İstanbul'a getirtemezsiniz, Açıkhava Tiyatrosu'nda Tom Waits 2008 yazının en güzel akşamı olurdu eminim. Aynı şekilde Leonard Cohen de Avrupa'da ama İstanbul'da izleyemeyeceğiz kendisini (merak etmeyin araştırmacı konser gezgininiz olarak onun da konserine Atina'da gidiyor olacağım, ayağıma gelmiş kaçırır mıyım?).

Uzun mu oldu...

Hiç yorum yok: