30 Aralık 2008 Salı

2008'in filmler açısından değerlendirmesi

Başlığa bakınca iyi bir film eleştirisi yazısı beklediyseniz yanılacaksınız, çünkü nispeten kısa bir yazı olacak. 2008 yılının neredeyse tamamını anne-baba olarak geçirdiğimizden ve Meriç de bu süreci kolaylaştırmak adına hiçbirşey yapmadığından ne sinemada ne de evde pek bir film izleme şansımız olmadı, o nedenle bu senenin filmlerini çok sağlıklı değerlendiremeyeceğim.

Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar 2008 yapımı film izledim dersem yalan olmaz. Onlar da normal olarak en göz önünde olanlardı : Quantum of Solace, The Dark Knight, Wanted ve Indiana Jones and the Kingdom of Crystal Skull. Arada dvdden başka filmlerde izledim tabii (özellikle Atina'da görevde iken akşamları otel odasında zaman geçirmek için) ama onlar arasında çok değişik bir şekilde Bob Dylan'ı anlatan I'm not There dışında aklımda yer eden bir film yok (belki biraz da yine bir müzik efsanesi Johnny Cash'in anlatıldığı Walk the Line ama o filmi sinemasal açıdan çok Cash'e ve müziğine olan ilgimden hatırlıyorum).

2008'in ön plandaki filmlerine bakınca genelde ünlü serilerin devam filmlerini görüyoruz, Indy, Bond ve Batman. Özellikle Indiana Jones yıllardan sonra büyük umutlarla beyaz perdeye aktarılmıştı ama çok büyük bir hayal kırıklığı oldu. Keşke çekilmemiş olsaydı diye bile düşündüm açıkçası. Son James Bond filmi ise bir öncekinin yarattığı vuruculuk seviyesine ulaşmadıysa da ben yine beğendim. Daniel Craig'in Bond karakterine kazandırdığı inandırıcılık ve kırılganlık Bond filmlerini daha bir izlenir yaptı. İlk aksiyon film yönetmenliğini yapan Marc Forster birçok hareketli sahnede işin kolayına kaçıp hızlı planlar ve karambol kurgularla biraz hayal kırıklığı yaratsa da, filmin genel havasını korumayı başarmış; hatta, kendi imzasını atarak Bond filmleri klasiği olan "Ben Bond, James Bond" repliğini ve ünlü Bond oyuncaklarını filmden -herhalde bu seferlik- çıkarmış. Bir de opera sahnesinin kurgusu gerçekten güzeldi, söylemeden geçmeyeyim. Bu arada hazır Marc Forster'dan konu açılmışken Finding Neverland'ini izlemediyseniz ilk izlenecekler listenize eklemenizi tavsiye ederim. Harika bir filmdir...

Son Batman filmi de aynı Bond filminde olduğu gibi bir öncekinin gölgesi ve beklenenden yüksek başarısının tehditi altında perdelere geldi. Dark Knight'da yönetmen Christopher Nolan yine ilginç bir açılıma gidip Batman'i hikayenin tam da ortasına koymayarak filmin dramatik yapısını bence güçlendirmiş. Filmin karanlık havası, iyi işlenmiş kötü karakterler ve güçlü dramatik yapı Nolan'ın bir önceki filmde Batman serisine kazandırdığı etkileyici yapıyı devam ettirmiş.

Benim için 2008'in sürprizi ise Wanted oldu. Olağandışı bir aksiyon filmi izlemek, Angelina Jolie'nin güzelliğinin tadını çıkartmak ve de iyi film müziği dinlemek istiyorsanız Wanted'ı izleyin derim.

Yazımı sonlandırırken yakında sinemalara gelecek ve uzun zamandır ilk defa beni heyecanlandıran bir filmi duyurmak istiyorum. Az sayıdaki filmlerinden her biri olay yaratan David Fincher'in Fight Club ve Seven filmlerindeki başrol oyuncusu Brad Pitt ile tekrar bir araya geldiği The Curious Case of Benjamin Button. 80'li yaşlarında hayata başlayan geriye doğru yaşlanan bir adamın değişik hikayesi anlatılıyor. Ocak içerisinde sinemalara geliyor bildiğim kadarıyla, izledikten sonra ayrıntılı bir eleştiri yazısı yazmayı umuyorum.

2 yorum:

Melih Kazdağ dedi ki...

Curious Case of Benjamin Button filmini bende merakla bekliyordum.Sinemada yayınlanmaya başlamadan internete düştü.Tabiki hemen siteme koydum :) ama tavsiyem Sinemada izlemendir tabiki..

MORTAC dedi ki...

sinemada izlemeyi planliyorum zaten ama kisisel arsiv icin downloada da asla hayir demem :))