11 Ocak 2009 Pazar

Dali İstanbul'da


Çiler'in hamilelik dönemi ile başlayan ve Meriç'in doğumuyla devam eden yaklaşık son 2 yıllık süreçte normal olarak (biraz da Meriç'in standart dışı zorluklar yaratması nedeniyle) sosyal hayatımızda bir daralma yaşadık, bu süreçte önemli konserler dışında neredeyse hiç sosyal yaşantımız olmadı. Sinemaya ihmal edilebilecek kadar az gittik, tiyatro veya müze ise ne yazık ki bu süreçte hiç yer almadılar.

Sabancı Müzesinde sergilenen Dali sergisi bu süreci kırmak için en uygun fırsattı ve biz de bunu kaçırmadık. Daha önce de bahsettiğim haftaiçi kaçamaklarından birisini yaparak (ama bu sefer kadroyu kalabalık tuttuk ve Çiler, Diler, Midget ve Erman da izin aldı) soğuk bir İstanbul cumasında önce Emirgan Sütiş'de güzel bir kahvaltı ve sonrasında da hemen yan taraftaki Atlıköşk'te Dali sergisi ziyareti yaptık. Sıra beklemek derdiyle uğraşmamak için seçtiğimiz haftaiçi ziyareti fikri işe yaradı ve hiç sıra beklemeden içeri girdik. Sergide bizim gibi yetişkin ziyaretçiler de vardı ama çoğunluğu değişik yaş grupplarından çocuklar oluşturuyordu. Göreceklerini çok da özümseyemeyecekler bile olsa anaokulu öğrencilerini bile orada görmek çok hoşuma gitti ve yeni birer ebeveyn olarak Çilerle beraber hemen Meriç'i böyle sergilere götürdüğümüzü hayal ettik.

3 kata yayılmış sergiyi tatmin edici buldum, Dali'nin en ünlü eserleri getiril(e)memiş olabilir ama bence bu serginin değerinden biraz olsun bile birşey götürmemiş. Asıl önemli olan sanatla profesyonel olarak ilgilenmeyen bizim gibi insanlara Dali'yi daha yakından tanıtmış olmasıdır. Dali'yi sadece sürrealist resimlerinden tanımak açıkçası 20. yüzyılın belki de en önemli ve orjinal sanatçılarından birisine yapılmış bir haksızlık gibi geliyor sergi sonrası. Sergide geçirdiğimiz yaklaşık 2,5 saatlik hızlı tur sonrası keşke biraz daha zaman ayırıp sergide sunulan kulaklık hizmetinden faydalansaydık ve daha da detaylı gezseydik dedim. Sanatın her dalı konusundaki derin beceriksizliğimin farkında olduğumdan olmadığım veya olamayacağım şeyler konusunda üzülmeyi bırakalı çok oldu ama sergi bitiminde içimde oluşan gıpta duygusuna engel olamadım. Sadece yetenekli değil, ondan daha da önemlisi zihni çok değişik çalışan, gerçek bir yaratıcı deha var karşımızda. Resim, grafik, taş baskı, ağaç baskı, sinema, tasarım, yazı ve birçok değişik sanat dalında eserler vermiş Dali. Özel hayatı da sanat hayatı gibi renkli olmuş, 20. yüzyılın neredeyse tamamına (doğum 1904, ölüm 1989) yayılmış hayatıyla belki de dünya tarihinin birçok açıdan en önemli yüzyılına damgasını vuran kritik isimlerden birisi olup çıkmış.

Tüm resimleri ilgimi çekti ama en çok Don Kişot hakkında yaptığı çalışmaları sevdim diyebilirim. Bir de daha önceden biliyordum ama bu sergiyi ziyaret edince hatırladım, en sevdiğim yönetmenlerden birisi olan Hitchcock'un Spellbound isimli filminde bir rüya sahnesi tasarısı da vardır, o da benim için önemli çalışmalarından birisidir Dali'nin.

Şimdi yapılacaklar listeme Dali'nin hayatıyla ilgili bir belgeseli izlemeyi de alıyorum ve siz hala Dali sergisini görmemiş arkadaşlara da sanatla ilginiz ne derecede olursa olsun ayağınıza kadar gelmiş Dali İstanbul'da sergisini kaçırmamanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

5 yorum:

Çiler dedi ki...

gala'ya olan aşkından da etkilenmemek mümkün değil. önce resmi nikah çok sonra kilisede evlenmişler, onun için bir şato döşemiş bir dolu resmini yapmış.. aslında şair arkadaşı paul eluard ın eşi ilk tanıştıklarında. muratım paul un nefis şiirini buraya da yazar mısın. bi de 16 yaşında günlüğüne yazdıkları çok etkileyici "ben bir dahi olacağım, belki anlaşılmayacağım, belki küçümseneceğim ancak bir dahi olacağım" diyor ..

MORTAC dedi ki...

paul eluard en ünlü fransız şarilerinden birisi, ender bildiğim şiirlerden birisi de ona aittir :
le tout est de tout dire
et je manque de mots
et je manque de temps
et je manque d'audace

Fransızcadan türkçeye çevirince anlamı çok iyi tutturamayabilirim ama aşağı yukarı şöyle diyor :
bütünlük her şeyi söylemekten gelir
ama benim sözcüklerim noksan,
ve zamanım,
ve cesaretim...

Unknown dedi ki...

La havle ve la kuvvetten illa binna seyyidine muhammed,
tövbe estağfurullah tövbeeeee, çok güzel bi şiir vardı aslında buraya yazacağım ama çoluk çocuk baaaayanlar girip okuyo, ayıp olur. Benimde 16 yaşımda günlüğüme yazdığım bazı eserler var ama burada yayınlarsam bloglar bir daha sittin sene açılmaz. Allah küçük Meriç'e sabırlar ihsan eylesin, vah yavrum vahhh!

MORTAC dedi ki...

Olm Meriç ile Eren'i entel yapacagim ben, senin haberin yok. Hali sahada top da kosturacaklar, kebaplari lopur lopur de goturecekler, Dali sergisine de gidecekler, Fransiz edebiyati da okuyacaklar...

Unknown dedi ki...

Hee diyosun ki onlarıda Bülent abla tarikatına katacam, Mert babayı yaptığım gibi muma çevirecem :) İzin vermem güzel kardeşim, yavrularımız sahipsiz değil!!! Bende onları sergiye gönderecem ama Dali gibi üşütüklerin resimlerine baksınlar diye değil, entel manita araklasınlar diye :))