19 Ocak 2009 Pazartesi

Dövüş Kulübü (yine, yeniden, her zaman)


Pazar sabahı yaptığımız Belgrad koşusu sonrası (yağış olmayan haftasonları Ctesi veya Pazar sabahları koşmaya karar verdik, katılmak isteyenleri bekleriz) yaptığımız güzel kahvaltı sonrasında eve dönünce (Çiler'in doğumgünü dolayısıyla günü kızlarla geçirmesini de fırsat bilerek) uzun zamandır tekrar izlemeyi planladığım Fight Club'ı dvdye koydum ve güzel bir pazar öğleden sonrasında sessiz (Meriç'i de annemlere bırakmıştık) evde, rahat kanepede uzanarak battaniye altında çok sevdiğim bu filmin tadını çıkardım.

Bu bloga birkaç kez çeşitli nedenlerle konu olmuş favori yazarım Chuck Palahniuk'un, yine favori yönetmenlerimden David Fincher'in ellerinde hayat bulan aynı adlı romanından uyarlanan Fight Club (Dövüş Kulübü) bence sinema tarihinin en iyi filmlerinden bir tanesidir. Çok iyi uyarlama senaryosuyla, anlatımındaki ustalığıyla, kurgusunun orjinalliğiyle, oyuncularının olağanüstü yorumlarıyla ve her bir sahnesinin sahip olduğu çalışılmış görselliğiyle her açıdan bir şaheser olarak adlandırılabilir. David Fincher'ın yönetmenlik kariyerine reklam filmleri ve ünlü isimlerim büyük bütçeli müzik klipleriyle başladığını hatırlayacak olursak filmdeki başarılı planları ve görselliği daha iyi anlayabiliriz (gerçi filmdeki eleştiriyi görünce Fincher'ın reklamdan geliyor oluşunu yüzünüzde bir gülümsemeyle karşılıyorsunuz ama neyse). Oyunculuk konusunda ise Brad Pitt (Fincher ile bu film dışında Seven ve The Curious Case of Benjamin Button'da beraber çalışmıştır), Edward Norton ve Helena Bonham Carter'ın her biri döktürmüştür. Pitt'in çılgın, sistemdışı, anarşik karakteri; Norton'un sistemde sıkışmış kalmış, ezik, kafası karışık modern insan tiplemesi ve Bonham Carter'ın genelde Tim Burton filmlerinde görmeye alıştığımız egzantrik, dağınık, yalnız ve çekici kadın tiplemesi kitabın ve filmin anlatmak istediği öyküyü ekrana yansıtmada ciddi birer katkı yapıyor.

Ama ne olursa olsun, bence filmin en önemli yıldızı öyküsü. Palahniuk'un tüm kitaplarına imzasını vuran ama bu kitapta doruğa ulaştığı (bu yorumu filmin etkisiyle de yapıyorum sanırım, diğer kitaplarının hakkını yemeyeyim) tüketim toplumu eleştirisi filmin en vurucu yanını oluşturuyor. Sahip olduğumuz eşyaların zaman içerisinde bize sahip olduklarını öne süren bu eleştiri şok edici bir şekilde kafanıza çakılıyor ve ne kadar da doğru olduğunu düşünüyorsunuz. Zamanımızın neredeyse tümünü (hayatımızı) aslında hiç de ihtiyaç duymadığımız bir dolu eşyaya sahip olmak için harcadığımızı anlayınca birden her şey ne kadar anlamsız gelmeye başlıyor. Etrafımıza şöyle bir baksak, insanların ne koşullarda yaşadığını, çalıştığını gözlemlesek ve şu anda bulunduğumuz yerin aslında bir tesadüf olduğunu, bırakın doğunun ücra köylerinden birisini, Afrika'nın köylerinden birisinde bile doğmuş olabileceğimizi düşünsek ne kadar boş şeylerle uğraştığımızı daha iyi anlarız. İkiyüzlülük yapacak değiilim, daha güzel kıyafetler almaktan tamamen vazgeçeceğimi, param olsa daha iyi bir arabaya yönelmeyeceğimi iddia etmeyeceğim, ama tüketim toplumunun bir parçası olduğumu ve onunla da mümkün olduğunca mücadele etmeye çalışacağımı biliyorum, gerekirse arada bir siz de bana hatırlatabilirsiniz.

Filmle (ve anlattıklarıyla) ilgili söylenebilecek o kadar çok şey var ama benim o kadar zamanım yok ne yazik ki. Ama her zaman oturup üzerinde konuşabiliriz. Son olarak filmin sonuyla ilgili bir yorumum olacak : kitabın sonuyla filmin sonu farklı. Filmin vuruculuğunu artıran sistemin önemli oyuncuları kredi kartı şirketlerinin patlatılması sahnesi, arka fonda çalan Pixies'in "Where is my mind"ıyla çok yaratıcı bir değişiklik olmuş kitaptan. Ve filmin 1999 tarihli olduğunu ve 11 Eylül olaylarının henüz yaşanmamış olduğunu ve 2001 sonrasında çekilmiş olsaydı bu son aynı şekilde çekilebilir miydi sorusuyla yazımı noktalıyorum.

1 yorum:

Çiler dedi ki...

meriç sadece reklam izliyor, reklamların ne zaman bittiğini biliyor ve anında tv ye ilgisini kaybediyor. onun sayesinde reklamların ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini daha net görmeye başladım. adet inanılmaz!.. bizi tüketim toplumu olmaya zorlayan binlerce görüntü beynimize her gün saatlerce tekrar tekrar kazınıyor..