9 Temmuz 2009 Perşembe

San Francisco İzlenimleri

Yaklaşık 4 yıl önce gördüğüm San Francisco hakkında hep bir yazı yazmak istemiştim, geçen hafta kullandığım yıllık izin esnasında kendime ayırabilecek (yani Meriç uyurken veya annesine sarılmış başkasına gitmiyorken) zaman bulduğumda aklımda kaldığı kadarıyla aşağıdaki satırları sıraladım.


San Francisco... Bu şehre olan merakımın ilk ne zaman ve neden başladığını hatırlamıyorum, şimdi geriye bakınca sanki hep bu şehre karşı bir şeyler hissetmişim gibi. Mantık yürütme yoluna gidersek Micheal Douglas ve geçtiğimiz günlerde 97 yaşında hayatını kaybeden Karl Malden'li "San Francisco Sokakları" çocukluğumun hayal meyal hatırladığım ilk tv dizilerinden. Daha sonra ortaokul yıllarında HBB televizyon kanalında birkaç sezon yayınlanan Amerikan futbolu ve o zamanların en popüler takımı San Francisco 49ers (ve tabii ki meraklıları için efsane quarterback Steve Young). Daha sonra yine çeşitli vesilelerle (normal olarak tv veya sinema ekranlarından) SF ile birçok kez yolum kesişti. Her ne kadar şehri fon olarak kullanmasa da Burt Lancaster'lı "Alcatraz Kuşçusu" (ne de olsa Alcatraz demek SF demek), Alfred Hitchcock'un "Vertigo"su ve daha birçok action veya romantik film. San Francisco diğer Amerikan şehirlerine göre hep daha elit bir havaya sahip gelmiştir bana, tamam New York var ama orası bir metropolitan, oranın havası elit olmasından değil büyük ve etkileyici olmasından. Seattle da elit bir yerdi ama orası da çok soğuk bir yerdi, San Francisco'nun kendine has sıcaklığı orada yoktu ve bir de nispeten küçük bir şehirdi. Ama San Francisco hem insani ürkütmeyecek kalabalığı hem inişli çıkışlı yollarının getirdiği orjinalliği, hem aşağıda açıklayacağım gibi değişik görüşlere hoşgörülü olması, hem Silikon Vadisi gibi yüksek teknolojiyi yakınlardında barındırdığı için şehrin kendisinin de biz oradayken tamamen wireless internet erişimine sahip olması gibi ileri teknolojik gelişmeleri takip ederken hem de futbol (tabii ki Amerikan futbolundan bahsediyorum), basketbol (Golden State Warriors tam San Francisco'nun takımı olmasa da bayağı yakın bir takım) gibi sportif girişimleri de gönülden desteklemeleri, hem belirli bir gelir düzeyi üzerindeki ortalama insan poülasyonuna sahipken bir yandan da rekor sayıda evsiz barındırması gibi kontrast gerçeklerle şekillenmiş bir şehir.

Bu nedenle iş nedeniyle ABD'ye gideceğimi öğrendiğimde hemen birkaç ay geçireceğim yer olan Tucson, Arizona'nın haritadaki yerine bakıp SF'ye uzaklığına baktığımı hatırlıyorum. Arabayla gidilemeyecek kadar uzak olduğunu görünce azıcık üzülmüş ama hevesimi kaybetmemiştim. Tucson'a gittikten sonra SF'ya seyahat seçeneklerini incelemiş ve bir seyahat websitesinden uçak+otel paketi alarak gerçekten de uygun bir fiyata erişim ve konaklama sorununu halletmiştim. O sıralarda Tucson'da benimle birlikte olan iş arkadaşım Burak da benimle beraber gelecekti, böylece seyahat arkadaşım da olmuş oldu. Gerçi bilenler için SF'ya iki yalnız erkek olarak gitmenin bazı yorumlara yol açabileceğini biliyorduk :); bilmeyenler için ise kısa bir not : SF ABD'de eşcinsellerin başkenti olarak anılır. Amerikan filmlerinde (özellikle komedi türünde olanlarda) bu duruma bir çok gönderme ile karşılaşabilirsiniz.

Seyahatimiz Cuma sabahı başlayıp Pazar akşamı bitecek şekilde uzun bir haftasonunu kapsıyordu. Cuma sabah erkenden SF'ye indikten sonra şehrin merkezine inen metro hattıyla hiç aktarma yapmaksızın otelimizin bulunduğu Market Street'e geldik ve otelimizin (Ramada Hotel) hemen metro çıkışında olduğunu, ayrıca streetcarların ve otobüslerin önünden geçtiğini ve de hareketli bir cadde de bulunduğunu görünce daha ilk dakikadan seyahatin geri kalanınında da her şeyin rast gideceğini hissettik. Çok erken check-in yapmamıza rağmen erken boşaltılan iki oda olduğunu (evet, iki oda, lütfen uzatmayın) ve bizi o odalara yerleştirebileceklerini söylediklerinde gezinin rast-gitme-serisinin bir sonraki halkası eklenmiş oldu. Daha sonra bu halkaya otelin hemen üst sokağında bulduğumuz bir Türk lokantası da eklenecekti, ki o sıralarda Türkiye'den ayrı geçirdiğim 3. ayın içerisinde olduğumdan ne kadar önemli bir olay olduğunu tahmin edersiniz.

Otele yerleştikten sonra hemen gerek seyahat öncesi internetten gerekse broşürlerden oluşturduğumuz mutlaka-görülmesi-gereken-yerler-listesini elimize aldık ve sırasıyla gezmeye başladık. Rast-serisinin çok önemli bir halkası olan Aralık ayı ortasındaki güneşli haftasonu boyunca SF'nin alamet-i farikaları streetcarlar uzun mesafeler için en önemli ulaşım araçlarımızdı ama biz daha çok yürümeyi tercih ettik. Birçok büyük turistik şehirde olan 3-günlük pass bilet SF'da da vardı normal olarak ve bu kart ile streetcarları, tramvayları, otobüsleri kullanabiliyordunuz. 3 gün boyuca sabah erken saatlerden akşam saatlerine kadar aralıksız gezdik, ancak geceleri gerek yorgunluktan (bahaneee) gerekse iyi araştırma yapıp gidilebilecek yerleri iyi çalışmamaktan değerlendiremedik.



Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra detayları hatırlayamamakla birlikte şehrin yine alamet-i farikalarından birisi olan Golden Gate köprüsünü ve hemen alt tarafında turistler için ayırılmış alanları beğendiğimi hatırlıyorum. Yukarıda bahsini ettiğim Vertigo filmindeki ünlü parktan denize atlama sahnesinin çekildiği park, sahil boyunca jogging yapan insanların daha ileriye gitme şanslarının olmadığı için parka yerleştirilmiş bir el vurma yeri ile o insanlara bir hedef koyma ince düşüncesi, Golden Gate köprüsünün hikayesinin kısaca özetlendiği ve köprüyü taşıyan kablolardan bir tanesinin kesitini de içeren küçük bir tanıtım meydanı ve sonrasında bizim köprülerimizden farklı olarak köprü üzerinde yürüyüş imkanı aklıma gelen detaylar.


Bir diğer güzellik de Fishermen's Wharf diye adlandırılan ve şehrin en turistik bölgelerinden birisi olan sahil bölgesiydi. Bu bölgede bol bol yemek mekanı, turistik eşyalar satan dükkan ve marinada dinlenen deniz ayıları görebilirsiniz. Genel turistik havasının getirdiği hoş atmosferinin yanı sıra buranın benim için en ayırt edici özelliği hemen merkezde yer alan, adını şu anda hatırlayamadığım büyük fırındı. Değişik değişik ekmekler ve hamur işleri pişiren bu mekan sadece fırın olarak değil pişirdiklerini sunan bir kafe / restoran özellği taşıyordu aynı zamanda ve sundukları en ünlü yemek ise Clam Chowder. Bizim Trabzon ekmeklerine benzeyen ama ebat olarak biraz daha küçüğü olan ekmeğin tepesinin tencere kapağı gibi kesilip içinin hamurunun boşaltılarak oluşturulan alana biraz yoğun bir çorba diyebileceğimiz Clam Chowder'ın doldurulması ile sunulan bu çorba şimdiye kadar tattığım en güzel yemeklerden birisi diyebilirim. Yolunuz oralara düşerse mutlaka deneyin.

SF bildiğim kadarıyla ABD'nin en çok evsizini barındıran şehir, ama bu konuyla alakalı ilginç bir bilgi o evsizlerin önemli bir kısmının zorunluluktan değil seçerek evsiz oldukları yönünde ama bu ne kadar doğru tabii kestiremiyorum. Ama gerçekten de hiç o kadar evsiz görmemiştim, her köşe başında birkaç evsizle karşılaşmamak işten bile değil ama mesela bazı yerler var ki (Market Street üzerindeki bir McDonald's gibi) aynı anda onlarca evsizi bir arada görebilirsiniz.


SF hakkındaki son anekdotum ise Aralık ayında bile sahillerin kalabalık olması ve gençlerin kumun tadını sonuna kadar çıkartması. Burak ile yaptığımız uzun yürüyüşlerden birisinde artık yorgunluktan ve açlıktan bir marketten aldığımız sandviçleri sahil kenarında oturmuş yerken bir grup (tahminen üniversiteli) gencin değişik bir oyun oynadığını gördük. Kumlar üzerinde sanal olarak belirlenmiş yaklaşık birbuçuk basketbol sahası uzunluğunda bir alanda iki takım halinde ve frizbiyle oynanan bu oyunda (daha sonra adının Ultimate Frisbee olduğunu öğrenecektim) aynı takımdaki oyuncular frizbiyi birbirlerine ulaştırmak suretiyle karşı gol çizgisini geçmeye çalışırken diğer takımın oyuncuları frizbinin bir sonraki oyuncuya erişimini engellemeye çalışıyorlardı. Buradaki önemli nokta şu : frizbiye sahip olan oyuncu artık hareket edemiyor ve frizbiyi eline aldığı noktada çakılı halde açıkta frizbiyi ulaştırabileceği bir arkadaşını kollamaya başlıyor, bu noktada rakip oyuncu frizbiyi rahatlıkla atmasını engellemek için uğraşırken yine de çok yakın bir müdahelede bulunamıyordu. Oldukça hareketli, zevkli, basit ve bence en önemlisi erkek-kız karışık oynanan bu oyun kesinlikle ilgimi çekmişti. Daha sonra bunun biraz modifiye edilmiş halini (yani frizbi yerine tek elle tutulabilecek büyüklükte bir top) Saros sahillerinde bizim çocuklarda oynamıştık ve bayağı da zevk almıştık. İnternetten ultimate frisbee yazarsanız oyunla ilgili bir çok siteye ulaşabilirsiniz.

Uzun yıllardır hayalim olan Amerika'nın Batı sahilini yukarıdan aşağıya kiralık bir arabayla (Mustang olması tercih sebebi) gezme planının başlangıç noktası olacak San Francisco'yu ziyaret için (bitiş noktası ya San Diego olur ya da gazımızı alırsak Meksika'nın kuzey şehirlerinden birisine kadar da gidebiliriz belki) herhalde Meriç'in bu geziyi kaldırabileceği 4-5 yaşlarına kadar (en erken) beklememiz gerekeceğinden büyük bir sürpriz olmazsa ancak birkaç yıl sonra görebileceğim, sabırsızlıkla bekliyorum.

Hiç yorum yok: