7 Ekim 2008 Salı

REM konserinden çıkıp eve gelip ayakta bebek sallamak yaşlandığımızın bir işareti midir?

Gerek Yunanların çalışmamasını gerekse Ramazan Bayramını fırsat bilerek İstanbul'a geldiğim haftasonu REM konserini de aradan çıkartma şansım oldu. Aylar öncesinden aldığım biletleri yakmayacağımdan ve REM'i Boğaz'da görme fırsatını da gözardı edemeyeceğimden gerekirse cebimden uçak bileti parasını verip Atina'dan İstanbul'a gelmem gerekecekti ama bayramla birleşince şirket sağolsun anlayışla karşılamış oldu İstanbul ziyaretimi.

Konser hakkında Murat Yılmaz'ın (aka Midget) yazısını bu yazıya ek olarak okuyabilirsiniz, onun bahsini etmediği noktaları ele alacak olursam; öncesindeki günlerin aksine çok güzel bir sonbahar akşamı yaşadık 4 Ekim gecesi İstanbul'da, gecenin 10'unda bile sıcak bir hava, açık bir gökyüzü vardı, Boğaz'ın kenarındaki Turkcell Kuruçeşme Arena'yı her anlamda tam kapasitesiyle yaşamış olduk, konser öncesi Ortaköy'de buluşmak, mekana kadar güzel havada yürüyüş yapmak, REM sahneye çıkmadan önce sahil kenarında boğaz manzarasında yakın arkadaşlarla sohbet ve aynı rutini konser sonrasında da tekrarlamak.

Mekana girdiğimizde Mor ve Ötesi çalıyordu, daha önce (sanırım) hiç canlı izlememiştim onları ama şarkılarını dinlerken ses sisteminden şüphelendim, o kadar kötü geliyordu ki müzikleri onlara değil ses sistemine yakıştırdım bu vasatlığı, hatta REM sahneye çıkana kadar içimde bir acaba kaldı. REM çıkınca anladık ki olay sistemden değilmiş, üzüldüm Mor ve Ötesi gibi adı bu kadar ön planda olan bir grubun performansının bu kadar kötü olmasına.

REM seyirciye saygısınndan zamanında sahneye çıkarak daha ilk anda beğenimizi kazandı açıkçası. Sabah NTV'de Banu Güven'le yaptığı röportajdan gerek Micheal Stipe'in gerekse diğer üyelerin tevazularına şahit olmuştum ve çok etkilenmiştim zaten. Röportajın bir noktasında Güven Stipe'a "bu aralar hangi kitapları okuyorsunuz?" diye sordu, Stipe hiç rahatsız olmadan lise mezunu olduğunu ve gurur duymasa da pek kitap okumadığını daha çok dergi okuduğunu söyledi. Hayata karşı muhalif tavrından, sosyal olaylara karşı sorumlu kişiliğinden onun böyle bir cevap vermesi ilginç geliyor en başta ama bu kadar komplekssiz bir insan olması hemen sarsıyor insanı. Midget'ın da bahsettiği gibi normal hayatında sıradan görünen (belki de gösterişten uzak durmak için özellikle uğraşan) birisinin sahneye çıktığında dönüştüğü kişilik ise hayranlık uyandırıcıydı. Bir erkeğin böyle güzel ve özgün dans figürleri sahnelemesi ve bunu da kendisine yakıştırması enderdir (ben bir de Jamiroquai'in solisti Jason "Jay" Kay'e yakıştırıyorum dansı, onun da kendine özgü bir stili vardır). Playlist açısından kimsenin gözü açık gideceğini zannetmiyorum, 28 yıllık bir grup olarak yaptıkları ondan fazla albüm ve onlarca şarkıdan elbette bazı insanların istedikleri çalınmamış olabilir (benim keşkem Shiny Happy People idi) ama seyirci biraz olsun coşkulu ve istekli olsaydı eminim o eksiklerden bir iki tanesini daha yaptırılabilecek bir biste dinleme şansı bulabilirdik. REM sahnede ne kadar başarılıdıysa seyirci de bence o kadar başarısızdı. Arenayı dolduran yaklaşık 10 bin kişi tamamen "seyirci" konumundaydı ve grup seyirciyi ne kadar uyarmaya çalışırsa çalışsın bir türlü etkileşime geçemedi. Konser sonrası medyayı takip etme şansım olmadı, o yüzden REM herhangi bir yorumda bulunmuş mu bilmiyorum ama bence onlar da pek hoşlanmadı seyirciden diye düşünüyorum. "Bis"imsi bir hareket sözkonusuydu ama ilk defa öyle birşey gördüm, bir hoşçakalın bile demeden sanki su içmeye gidermiş gibi arkaya gittiler ve hemen geri geldiler, meğerse o bismiş. Biste de birkaç şarkı söylediler ve kapanışı her zaman yaptıkları gibi (bkz. Kanat Atkaya'nın yazısı) Man on the Moon ile yaptılar. Micheal Stipe kendisini ve grup arkadaşlarını tanıttı ve konser bitti. Normalde bu noktada seyircinin birkaç dakika alkış yapıp grubu çağırması gerekirdi ama herkes arkasını dönüp çıkışa yöneldi, çok az insan bis alkışı yapmaya çalıştı ama çoğunluğun dışarıya yönelmesi nedeniyle o çaba da boşa gitti. Hatırlıyorum, yıllar önce Caz Festivali kapsamında Açıkhava'ya gelen Lou Reed'i bise çıkartmak için aralıksız 10 dakika alkışlamak zorunda kalmıştık ve buna değmişti. Eminim REM de kendileri için yapılacak birkaç dakikalık bis alkışından çok memnun kalır ve klasiklerinden birkaç şarkıyı daha sona sıkıştırırdı.

Konserle ilgili bir gözlemim de herkesin gece klübü havasında takılmasıydı, konser öncesi neyse ama konser sırasında bile devamlı bir hareketlilik vardı, insanlar sağa sola gidip geldiler, bira almaya gidenler yüzünden konser zevkimiz piç oldu, bir de hemen yakınımızda yer alan Virgin Radio Lounge'undan gelen bir uğultu vardı ki bitmek bilmedi. İnsanlar REM'i izlemeye değil de bir bara arkadaşlarıyla muhabbet etmeye gitmiş gibilerdi. Zaten etraftaki insanların çoğundan sırf REM konserine gitmiş olmak için geldikleri gibi bir izlenim edindim, ertesi gün ofis arkadaşlarına falan hava atacaklardı herhalde. Bizim konseri izlediğimiz noktaya odaklanacak olursam, hemen önümüzde 1.90'lık ensesi kalın bir ızbandut, hemen arkamızda "yerim seni" nidaları eksik olmayan iki teenager kız ve bulunduğumuz yerin yolgeçen hanı olduğunu varsayarak oradan geçip duran onlarca insanın ortasında izledik konseri. Çok sevdiğim bir deyiş vardır, "Ne kadar iyi anlatırsan anlat, anlatabildiğin karşındakinin anlayabildiği kadardır", bu cümle bu konsere de uyarlanabilir diye düşünüyorum, REM'in anlattıklarını tam alamadık sanki. REM muhalif tavrını şarkılarının yanı sıra şarkı aralarındaki kısa konuşmalarında da yansıttı ve ABD'nin mevcut politikalarından rahatsız olduğunu ve Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimiyle bunların değişeceğini umduğunu söyleyerek Obama'ya alkış istedi. Kişisel yorumum, muhalif Amerikan sanatçı takımının Obama'dan çok fazla şey beklediği yönünde, başkan olduğu zaman ciddi değişiklikler yapabileceğini zannetmiyorum, o da sistemin bir parçası olmak zorunda kalacak, aksi halde o pozisyonda uzun süre barındırmazlar.

Şimdiye kadar söylediğim şeylerin çoğu olumsuz gibi oldu biliyorum ama tüm bunlara rağmen tekrar söylemek isterim ki konser çok başarılıydı, harika bir sahne performansı izledik, Stipe'ın sahne karizması nasıl olur dersine mahzur olduk ve bir efsaneyi İstanbul'da Boğaz kenarında izleme şansını yaşadık. Benim için konserin tepe noktası It's the end of the world as we know it'i söyledikleri andı, Man on the Moon ile kapanışı yapmaları ise çok şık bir seçimdi. Son olarak, REM'in İstanbul'a gelmesi ekstra bir referanstır şehrimiz için ve önümüzdeki sene daha da çok ismin, grubun buraya gelmesini bekliyorum açıkçası.

Merak edenler için konserin playlisti sırasıyla aşağıdaki gibiydi :

living well is the best revenge; so fast, so numb; what's the frequency, kenneth?; drive; man-sized wreath; ignoreland; disturbance at the heron house; hollow man; the great beyond; electrolite; sweetness follows; bad day; horse to water; (don’t go back to) rockville; she just wants to be; one i love; fall on me; nightswimming; let me in; i’m gonna dj; imitation of life; orange crush

Bu noktada bahsini ettiğim bisimsi ara ve sonrasında :

supernatural superserious; losing my religion; walk unafraid; it's the end of the world as we know it (and i feel fine); man on the moon

Konserin ardından eve gelip Meriç'i uyutmak için ayağımda sallarken bir an olayın komikliğini farkettim, artık gerçekten büyüdük sanırım. Bir sonraki hamlemiz Meriç'i koserlere götürmek olacaktır herhalde ki, tahmin edebileceğiniz gibi Ortaç familyası bunun için fazla beklemeyecektir, tahminim 2011 Rock'n Coke festivaline (eğer devam ederlerse) Meriç'i de kulağında gürültü önleyici kulaklıklarla götürürüz. Ağaç yaşken eğilir ne de olsa.

Hiç yorum yok: