6 Nisan 2009 Pazartesi

39 Basamak

Londra ziyareti sonrasında yazdığım 14 Mart tarihli 39 Steps başlıklı yazımın sonunda da duyurduğum üzere 2 Nisan'da Kenter Tiyatrosu'nda 39 Basamak adlı oyunu izlemeye gittim.

Daha doğrusu gittik... kültürel etkinliklere verdiğimiz uzun araya bir son verdik ve bizim çocuklarla beraber toplu bir organizasyona imza attık. Gerçi bu tip girişimler, sanki gittiğimiz konserdeki şarkıları ben söylemişim, izlediğimiz filmi ben yönetmişim ya da sahneye konan oyunu ben yazmışım gibi genellikle benim şiddetle kınandığım etkinliklere dönüşüyorsa da, adı konmamış bi şekilde benim üzerime vazife kalmış bu tip girişimlerden mazoşist bir biçimde vazgeçemiyorum.

Londra'da izlediğim ve hayran kaldığım oyunu burada izlemek istememin iki sebebinden birincisi iki ülke tiyatrosunu karşılaştırmak, ikincisi ise bizimkilerin de olası bir başarılı oyunu izletmekti. Beklentilerim kesinlikle yüksek değildi ve vasat bir gösteri bile bir ölçüye kadar tatmin edecekti beni ama yine de Kenter Tiyatrosu'nda tüm oyun boyunca sadece 1-2 defa gülümseyebildim ve ister istemez aklıma devamlı West End'de izlediğim o müthiş versiyon geldi.

Mizansen yüzde 90 aynıydı, yönetmenlik açısından bir orjinallik yoktu (gerekte yoktu, böylesine başarılı bir mizanseni bozmaya gerek yoktu, kopyalamak da kesinlike ayıp karşılanmazdı). Türk tiyatrosunun oyuncu ve yönetmen olarak önemli isimlerinden birisi olan Mehmet Birkiye yine de kendinden birşeyler katmak istemiş ama ben şahsen bunları gereksiz buldum ve hatta oyunun bütünlüğünü etkileyen müdaheleler olarak değerlendirdim. Bu müdahelelerden en önemlisi 4 kişiyle oynanan oyunun Londra versiyonunda tüm oyun bu şekilde geçtikten sonra finalde çok kritik bir anda kahramanımız Richard Hannay kötü adam Profesör Jordan tarafından öldürülecekken birden perdenin arkasından çıkan silahlı bir el tarafından öldürülür, o esnada hepside sahnede olan 4 oyuncu ne olduğunu anlayamaz ve birbirlerine "ee, hepimiz buradayız, o zaman bu el de kimin" dercesine bakar ve oyunu devam ettirirler, "el" sadece bir kez görünür. Türk versiyonda ise "el" oyun süresince bir çok kez göründü ve oyunculara bir şeyler uzatmak için adeta bir aksesuar elemanı gibi çalıştı. Bu tabii ki yönetmenin bir tercihidir dedim ve acaba finaldeki o vurucu sahneyi nasıl yapacak diye düşünmeye başladım oyun sırasında; ne de olsa artık o el oyunun bir parçası haline gelmişti ve çıkıp kötü adamı vurmasının çok da bir etkleyiciliğ kalmamıştı. İşte o zaman benim için oyunun en kötü ve üzücü sahnesi ortaya çıktı ve Profesör Jordan silahını uzatmış Hannay'i vuracakken birden havadan bir silah sesi duyuldu ve Jordan öldü. Ortada ne bir el vardı ne de başka bir şey. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken, gerçekler kafama şimşek gibi dank etti ve aynı anda sahnede o keşke duymasaydım diyeceğim replik geldi "ee, biz bu oyunda 4 kişi değil miydik, ateş eden de kimdi"... Seyircinin hele ki özel bir tiyatro tarafından bu denli salak yerine konması gerçekten sinir bozucuydu. Güzel bir sahne bu kadar kötü harcanabilirdi. Yönetmenlik açısından çok da bir kolay değildi aslında, tamamen aynı olarak bile kopyalamış olsa bu sefer de karşınıza dil ile alakalı nüanslar çıkacaktı. Orjinalinde Londra'dan İskoçya varoşlarına uzanan hikayede aksan farklılıkları nedenyle oyuna katılan güzel espriler vardı, Türkçe sahnelemede bu tazr nüansları vermek zor olması normaldi ama oyuncular bunu yine değişik aksanlar yaparak ve hızlı konuşmaya çalışarak aşmaya çalıştılar, ki oyunda takdirle karşıladığım ender çabalardan bir tanesi olarak göze çarptı.

Oyunculuk yönünden bakacak olursak da pek iç açıcı bir tecrübe olmadı. Oyunda yer alan 4 kişi de ("el"i saymıyorum) vasat bir performans ortaya koydu. Özellikle oyunun çarpıcılığının nedeni olan 2 yan (!) karakteri sahneleyen Okan Yalabık ve Bülent Şakrak iyi niyetlerine rağmen kendilerini aşan bir girişime dahil olmuşlardı ve ne yazık ki bundan alınları ak çıktığını söylemek zor. Oyunda rol alan oyunculardan tek bir karakteri (Hannay) canlandıran tek oyuncu olan Hakan Gerçek ve tek kadın karakteri Demet Evgar da arkadaşları gibi vasat bir oyun sergilediler. Hakan Gerçek'in bir İngiliz centilmenini canlandıracak karizmaya sahip olmaması ve fiziksel olarak da ufak tefek kalması, Demet Evgar'ın oyunun ikinci yarısı boyunca canlandırdığı Pamela karakterine biraz fazla histerik hava katması rahatsız ediciydi. Oyunculuktaki vasat performansı somut olarak ortaya koymam gerekirse, neredeyse tamamen aynı mizansene sahip iki oyundan bir tanesi diğerine göre yaklaşık 20 dakika daha uzun sürüyorsa (toplam oyun 2 saat) oyunun ve oyunculuğun nispeten durgunluğu daha iyi anlaşılabilir (ama o kadar para verdik, çabuk bitmesin diyenler de çıkabilir tabii aradan :)).

Tabii tüm bunları yazarken oyunun orjinalini görmüş olmanın etkisi altındayım, eğer Londra'da 39 Steps'i görmemiş olsaydım, bu tecrübe sonrası neler hissederdim emin olamıyorum. O gözle bakmak için kardeş blogda Midget kardeşimin yazısına bakabilirsiniz.

2 yorum:

CHROMA dedi ki...

24 Nisan'da tiyatro festivali kapsamında 39. basamak'a bilet almıştım (Adana'da).
Ağustos'ta da bir aksilik olmaz ise Londra'ya gideceğiz eşimle.
Blogunuza tesadüfen rastlayıp da bu kesişimleri görünce yorum yazasım geldi.
:)

MORTAC dedi ki...

O zaman kesinlikle fırsat yaratıp bu oyunu görmenizi tavsiye ederim, böyle bir deneyimi ayağına kadar gitmişken kaçırmak bir tiyatrosever için affedilmez olur...