5 Eylül 2008 Cuma

Nick Hornby

Aslında bir süredir aklımdaydı ama bir önceki yazımda konusu açılınca fırsatı değerlendirip Nick Hornby hakkında bir yazmanın uygun olacağını düşündüm. Nick Hornby modern İngiliz edebiyatının benim için en özel yazarlarından birisi ama bunun en önemli nedeni salt yazarlık kariyeri değil, müzikle ve özellikle futbolla içiçe olması diyebilirim. Yazarlar (en azından ön planda olanlar diyelim) genel olarak entellektüel bir kimlik taşıdıklarına inandıkları ve ağır abi rolü oynadıkları için okurun onlarla kendisini özleştirmesi çok kolay olmuyor, en basitinden Orhan Pamuk'a bakacak olursak sanki bizden birisi değil gibi geliyor, sabahtan akşama kadar yazı yazıyormuş da başka bir uğraşı yokmuş gibi bir havası var. Bu adam müzikle ilgilenmez mi, tuttuğu bir takım yok mudur, elbette vardır (hatta bu yazıyı bakarken internete baktım, Fenerli imiş :) birden bire adama karşı sempati duymaya başladım...) ama herhalde halkla ilişkilerini yürütenler - varsa böyle birileri - bu mecralara girmesini istemiyorlar, ön plana çıkartmıyorlar Bence yanlış yapıyorlar, ama neyse...


Benim Nick Hornby'i keşfetmem ise çok net olarak hatırlamıyorsam da sanırım High Fidelity ile oldu. Daha öncesinde Fever Pitch adındaki kitabının ününü duymuştum ama Türkçe'ye çevrilmemiş olması ve o dönemlerde de benim yurtdışı ile pek alakam olmaması nedeniyle okuma şansım olmamıştı. John Cusack'ın başrolde oynadığı High Fidelity, bir plak dükkanı olan 30'larındaki kahramınımızın kız arkadaşının onu terk etmesinin ardından geçmişteki ilişkilerini irdelemesi ve nerede yanlış yaptığını aramasını konu ediyordu. Böyle söyleyince biraz psikolojik bir filma havası yaratsa da, filmin (ve tabii ki kitabın) müzikle içiçe olması ve yan karakterlerin renkliliği, filmi seyredilesi ve kitabı da okunası yapıyor. Filmi çok beğenmiş, daha sonra yurtdışından aldığım ingilizce kitabını da çok severek okumuştum. Kardeş blog Across The Universe'de Midget kardeşimin yaptığı "En iyi 5 ..." listelerinin kaynağı işte bu kitaptır. Kitap boyunca arkadşlarıyla beraber en iyi 5 listeleri yapar durur kahramanımız. Yıllar sonra kitap Türkçe'ye Sel Yayıncılık tarafından Ölümüne Sadakat adıyla çevrildi ve açıkçası çok da güzel bir kapağı var. Türkçesini okumadığım için çevirinin başarılı olup olmadığı konusunda ne yazık ki bir yorum yapamayacağım ama Sel Yayıncılık'tan okuduğum kitaplar genellikle başarılı çıktı şimdiye kadar. Filmle ilgili bir süpriz ise, Bruce Springsteen'in yani Patron'un filmdeki cameo rolüdür.



Müziğin ciddi bir arkaplan oluşturduğu High Fidelity yazarın ilk romanı idi ve yukarıda da bahsettiğim gibi bu kitabın öncesinde de bir kitabı var ki, (kitap otobiyografik özellik taşıyor, bir roman değil) futbol üzerine yazılmış kitaplar listesinde "En İyi 5"te yer alır her zaman, Fever Pitch. Yine kitabın çıkışından çook sonra Türkçe'ye Futbol Ateşi olarak çevrilen (bu kitabın da Türkçesini okumadım ama çevirisini CNN Türk'teki Futbol Ekstra'dan göz aşinalığımız olan on parmağında on marifet sahibi ama beni en çok şaşırtanı olarak Eurosport Türkiye'nin genel yayın yönetmenliğini yapan Bağış Erten yapmış) Fever Pitch yazarın futbolun hayatında nasıl yer etmeye başladığını, nasıl Arsenal fanatiği olduğunu kronolojik bir sırayla anlatıyor. Kitapta bölümler spesifik bir tarih ve Arsenal'in kimle oynadığı şeklinde ayrılıyor (burada hemen aklıma Hakan geldi, sorun mesela 1987 yılında Fenerbahçe sezonun 5. haftasında kiminle maç yapmış, kim kaçıncı dakikada gol atmış, söylesin). Babasıyla ilişki kurmak için gitmeye başladığı Arsenal maçları zamanla yazarın kimliğinde önemli bir yer tutmaya başlıyor, tıpkı Fenerbahçe'nin bizim kişiliğimizde taşıdığı önemli rol gibi. Biz erkeklerin futboldan ne anladığımızı sorgulayan bayanların okuması gereken bir kitaptır. Bu kitap da normal olarak sinema perdelerine aktarıldı hem de iki kez. Birincisi normal olarak İngiltere'de ve orjinaline sadık olarak futbol temalıydı. Bu filmi uzun yıllar aradıktan sonra sonunda bu senenin başında bizden uçak teslim almaya gelen Arsenal fanatiği bir İngiliz'in sayesinde (ben onu Fenerbahçe'nin PSV ile oynadığı şampiyonlar ligi maçına götürünce o da jest olsun diye filmin dvd versiyonunu İngiltere'den sipariş edip bana hediye etmişti) edindim ve izledim. Film kitaptaki otobiyografik temaları alıp ister istemez dramatik bir yapı olması amacıyla hayatında Arsenal'in çok önemli bir rol oynadığı bir öğretmen üzerine kurulmuştu. Arsenal'e duyduğu tutku öylesine güçlü ki hiç bir kadınla ilişkisi yürümüyor, ta ki yeni bir öğretmenle tanışana kadar. Daha sonra Amerikalılar da bu kitaba el attılar ve Amerika'ya uyarladılar. Öyle olunca tutkunun futbol olması beklenemezdi, onlar da spor dalı olarak beyzbolu, takım olarak da Boston Red Sox'ı konu yaptılar. Normalde bu tip uyarlamalar çok başarılı olmasa da takım tutkusunun, fanatikliğin erkek doğasındaki yerinin evrenselliği nedeniyle Amerikan versiyonunu da çok beğediğimi söyleyebilirim (bir de tabii, işin içine Drew Barrymore giriyor). Her iki filmi de aralıkla izleyin beğeneceksiniz.

Hornby'nin filme aktarılan bir diğer kitabı About A Boy. Bu sefer de, aslında bir değil iki oğlandan bahseden bir kitap var karşımızda. Birisi 10'lu yaşlarında çevresiyle uyum sorunu yaşayan ve intihara eğilimli bir anneye sahip bir çocuk, diğeri 30'lu yaşlarında hayatta hiçbir hedefi, kaygısı, bağı olmayan baba parasıyla yaşayan başka bir "çocuk". Bu ikisinin yollarının kesişmesi ve ikisinin birbirinin hayatını etkilemesini konu ediyor kitap. Yine başarılı bir uyarlama olarak yorumlayabileceğim filmde Hugh Grant oynamıştı ve bence Hugh Grant'in en güzel filmlerinden birisidir. Kitabın adı, filmde pek ön planda olmayan ama kitapta sık bahsi geçen Nirvana'nın About A Girl'ünden esinlenmiş.

Hornby'nin okuduğum diğer kitaplarından söz edecek olursam, en son kitabı "Çat!" Türkçe okuduğum ilk (ve şimdilik tek) kitabı ama çok da beğenmedim, en azından Hornby okumaya bu kitapla başlayın istemem. How To Be Good'u da favorilerim arasına koyamayacağım ama diğer kitaplarını beğenirseniz bu iki kitabı da yazarın müdavimi olarak okursunuz. Sondan bir önceki kitabı A Long Way Down'ı (Türkçe'ye Aşağı Düşerken diye çevrildi) alalı çok oldu ama bir türlü okuma fırsatım olmadı, şimdi Türkçeye de çevrilince İngilizcesini okumak da gözümde büyüyor açıkçası. Bu arada bu kitabın da filme çekilme ihtimali varmış, ne zaman olacağı belli değil ama kitabın film haklarını Johnny Depp almış diye duydum.

Bu romanların dışında Hornby'nin okuduğum iki kitabı daha var ama bunlar toplama gibi. Birisi futbol diğeri müzik ile ilgili. Müzikle ilgili olan kitabı Songbook, yazarın kişisel olarak hayatında önemli rol oynayan, duygusal çağrışımlar yapan şarkılar hakkında yazdığı denemelerden oluşuyor. Futbolla ilgili olan My Favourite Year: A Collection of Football Writing'de ise yazar bu sefer editörlük görevi güdüyor ve değişik kişilerin yazdığı ve kendi tuttukları takımlar hakkındaki hislerini içeren denemeleri bir kitap altında topluyor. Bu kitabın benim için en etkileyici tarafı, İngilizlerin futbol sevadısının Türkiye'deki gibi 3-4 takım etrafında toplanmıyor oluşu, herkesin kendi şehrinin, semtinin takımını tutması, o takımın nerelere düşse de asla bırakılmaması gibi kavramları ön plana çıkarması. Yanlış bilmiyorsam bu iki kitap henüz Türkçeye çevrilmediler.

Hornby halen değişik yayınlarda müzik ve futbolla ilgili yazılarına devam ediyor. Biz de yeni kitaplarını dört gözle bekliyoruz.

1 yorum:

Murat YILMAZ dedi ki...

High Fidelity aşık olduğum filmlerden biridir. Bahsettiğin gibi Cusack tek kelimeyle mükemmel oynar. En İyi 5 listelerimin de ilham kaynağıdır. Gelecek günlerde başka En İyi 5 listeleri hazırlayacağım. Bu arada yazı çok güzel olmuş, tebrikler. Benzer tavsiye yazılarını bekliyoruz