18 Ağustos 2008 Pazartesi

Ağır abiler serisi #2 : Steve McQueen


Ağır abiler serisinin 2. konuğu, daha "cool" nedir, ne demektir bilmezken (ingilizcedeki "cool"a karşılık olarak "ağır" tabirini kullandığımı farketmişsinizdir) hayranı olduğum, çocukluğumun en heyecan verici aktörü Steve McQueen olacak. Yıllar sonra bu kavramı duyduğumda aklıma gelen ilk isimlerden olan McQueen'in Amerika'daki lakabının da "The King of Cool" olduğunu yıllar sonra öğrenecektim.

Dönem olarak benim doğumumdan öncesine denk düşse de (1976'dan sonra sadece 3 filmi var) TRT'nin o zamanlarda tekel olmasına rağmen başarıyla yürüttüğü yayın politikası sayesinde en önemli filmlerini defalarca izleme ve kendisinin farkına varma şansım olmuştu. (Yazarken tekrar aklıma geldi de, TRT özellikle 2.,3,4. kanallarını açtıktan sonra o kanalları çok başarılı değerlendiriyordu, şimdiki gibi gereksiz ve amaçsız değillerdi. Özellikle TRT4'ü gençlik kanalı yaptıkları dönemde harika diziler, komediler, filmler veriyorlardı : en çok hatırladıklarım dizilerden Loose Cannon - Max Monroe, Sonny Spoon; filmlerden Can't Buy me Love, Ferris Bueller's Day Off, Genç Sherlock Holmes)


İlk hatırladığım filmi "The Great Escape"dir, orada canlandırdığı karakter zaten başlı başına sinema tarihinin en ağır karakterlerindendir bence. Çok konuşmaz, hareket adamıdır, asla pes etmez, sakinliğiyle düşmanlarını fazlasıyla sinirlendirir. Sinemaseverlerin gönlünde ilk taht kurduğu film budur sanırım ama yine kalabalık kadrolu Muhteşem Yedili (Magnificent Seven) ve ülkemizde nispeten daha az tanınan ama McQueen'in en hareketli filmi olarak bilinen San Francisco sokaklarındaki unutulmaz araba kovalama sahneleriyle tanınan Bullitt diğer unutlmaz filmleridir. Benim çok sevdiğim diğer bir filmi ise yeniden çevrimi de çok başarılı olan Thomas Crown Affair'dir. Özellikle plajda kullandığı kırmızı sahil arabasını asla unutamam, ayrıca Faye Dunaway'le olan seksi satranç sahnesi ise gerçekten erotizmin iyi kullanımının örneklerindendir. 1999 tarihli yeniden çevirimini daha çok beğensem de (müzik kullanımı, senaryosu, daha hareketli olması) iki filmin sonlarını karşılaştıracak olursak Steve McQueen'li versiyon Pierce Brosnan'lı versiyondan daha güzel, karizmatik ve tutarlıdır. Henüz izlemeyenler için spoiler olabilir, o nedenle bu cümlenin geri kalanını okumasınlar isterlerse; orjinalinin sonunda McQueen kendisini polise ihbar eden Dunaway'i ortada bırakıp ülkeyi terkederken, yeniden çevrim Hollywood'un mutlu son aşkı uğruna Brosnan ile Rene Russo sonunda birleşirler. Halbuki Crown'ın kişiliği, ne kadar güzel, akıllı ve mücadeleci birisi de olsa kendisini ispiyonlayan birisini affedecek bir kişilik değildir.

Ayrılmış bir anne babanın çocuğu olarak kolay bir çocukluk geçirmeyen McQueen annesi ile büyükbabası arasında gidip gelmiş, aylaklık ve serserilikle zaman geçirmiş uzun süre, sonunda da Amerikan ordusuna denizci olarak girmiş ve biraz olsun toparlamış kendisini (tek Oscar adaylığını kazandığı Sand Pebbles'ta da denizci bir askeri canlandırır). Sonrasında 25 yaşındayken New York'ta oyunculuk seçmelerine katılmış ve hızla başarı merdivenini tırmanmaya başlamış. Broadway'de oyunlar, televizyonda ünlü bir western dizisi derken sinemaya atlamış ve efsanenin geri kalanını sinema perdesinde yazmış.

McQueen'in en önemli özelliklerinden birisi oyuncu kimliğinin yanısıra (ya da oyuncu kimliğinden daha çok, bakış açısına göre değişir) yarışçı kimliği de taşımasıdır. Kendisi iflah olmaz bir hız meraklısı, motorsiklet veotomobil yarışçısıdır. Oyunculuk döneminin başında para kazanmak için haftasonları motor yarışlarına katılır ve öyle geçinirmiş. Kariyerinin geri kalan döneminde de bu tutkusundan taviz vermemiş ve bir çok yarışa katılmış, filmlerde tehlikeri sahneleri mümkün olduğunca kendisi canlandırmış (bu nokta da filmi izlemiş olanların aklına hemen The Great Escape'deki unutulmaz dikenli teller üzerinden yapılan motorsikletli atlayış sahnesi gelir ama ne yazık ki o sahneyi yapabilecek olmasına rağmen, sigorta sebepleriyle McQueen'in atlamasına izin verilmez; ama ilginç bir anekdot, zamanında filmlerde dublörlük yapabilecek kadar iyi motosiklet kullanıcıları zor olduğundan, The Great Escape'de McQueen'i motosikletle kovalayan Alman askerlerinden birisini yine McQueen'in kendisini canlandırmıştır). McQueen bu merakı ile ilgili olarak şöyle der : "Yarışlara katılan bir aktör müyüm yoksa aktörlük yapan bir yarışçı mıyım ben de emin değilim."

McQueen hakkında bazı ilginç kısa notlar :

- Bruce Lee'nin tabutunu taşıyanlardan birisiymiş. Bruce Lee ve Chuck Norris McQueen'in oğluna uzakdoğu sporları öğretiyormuş, hatta Norris'i sinemaya yönlendiren de McQueen'in kendisiymiş (yaşasaydı da görseyi ne yaptığını keşke).


- Breakfast at Tiffany's, Ocean's Eleven, Butch Cassidy and Sundance Kid, Apocalypse Now ve Kirli Harry filmlerinde oynama tekliflerini reddetmiş.

- Rambo : İlk Kan için düşünülen ilk isimlerden birisiymiş, hatta kendisi de ilgilenmiş rolle ama hastalığı nedeniyle olmamış (Stallone fenomeni Rocky ile sınırı kalacakmış neredeyse)

- Spielberg "Üçüncü Türle Yakın İlişkiler" için McQueen'i istiyormuş hatta görüşmüşler de ama McQueen bu filmi de reddetmiş. Kişisel görüşüm iyi yaptığı yönünde, sonunda Richard Dreyfuss'un canlandırdığı karaktere o gitmezdi, kafamızdaki imajına ters.

Steve McQueen 50 yaşındayken, 1 sene öncesinde teşhis edilen mide kanserine (denizcilik veya yarışçılık zamanında etkisi altında kalmış olabileceği asbestten kaynaklandığına inanılıyor) alternatif tedavi bulmak amacıyla gittiği Meksika'da hayatını kaybetti. Cesedi yakılarak Pasifik okyanusuna atıldı.

Kısa bir unutulmaz filmler listesi :

- Magnificent Seven
- Thomas Crown Affair
- The Great Escape
- ve Papillion (diğer filmlerde sanki kendisini oynar McQueen, bu filmde ise oyunculuğunu konuşturur)

Eğer hala izlemediyseniz veya aradan uzun zaman geçtiyse The Great Escape'i tekrar izleyin, ben bu haftasonu Meriç izin verirse öyle yapacağım.

3 yorum:

Murat YILMAZ dedi ki...

magnificent seven çok beğendiğim bir filmiydi. sağolsun mert vermişti, türünün en özgün filmlerinden biriydi.

B5 dedi ki...

Annem hayrani idi. Kendi Kelebek romanini da okuduktan ve filmini de izledikten sonra bana israrla bakmam gerektigini soylemisti. 10 kusurlu yaslarimda vardim yoktum, su iddialasip onlarca yumurta yedikleri sahne bu filmde degil miydi? :))

Benim onun her döneme uyan cekiciligini farketmem icin 25 yasima kadar gelmem gerekti.

T.C.A. tamam, simdi taslar yerine oturuyor. Ilkini de izledigimi hatirlamiyorum ama.

MORTAC dedi ki...

yok o yumurta sahnesi Steve McQueen'in ayni donemdeki rakiplerinden Paul Newman'a ait, Cool Hand Luke, o film de cok saglamdir; madem laf acildi, 50 adet yumurta yiyebilecegine dair hapishane arkadaslariyla iddiaya girer Newman, en yakin arkadasi sonrasinda neden 30 neden 40 degil de 50 dedin diye sorar, Newman yuvarlak hesap olsun diye der :)