30 Ağustos 2008 Cumartesi

Meriç ile ilk 6 ay


21 Ağustos itibarıyla Meriç'imiz 6 ayını doldurmuş oldu. Bu bahaneyle Meriç, bebekler ve birlikte geçirdiğimiz ilk 6 ay hakkında bir yazı yazmak istedim. Aslında tembel bir insan olmasam ve günlük tutmak gibi bir alışkanlığım olsa Meriç'in doğumundan sonra yaşadıklarımız, hissettiklerim, anlık heyecanların yer aldığı notlar dizisi yazmak isterdim, ama beni tanıyanlar bilir ki bu tip şeyler bana göre değil, blogu bile şu ana kadar devam ettirmiş olduğuma şaşıyorum.

Bir "kaza" sonrasında aramıza katılmak üzere yola çıkan Meriç, dünyaya acele gelme konusundaki ısrarını gebelik döneminin sonunu da beklemeyerek devam ettirmiş ve normal sürecin 3 hafta öncesinde bir sabah sürprizi ile yolun sonunun başlangıcını yapmıştı. Allahtan hala işe gitmemiş olduğumdan arabaya atlayıp hastaneye (emniyet şeridini ilk defa gerçek amacıyla kullanmış olmuştum ama yaklaşık 2 ay sonrasında ceza makbuzu da evimize gelmişti, EDS kameralarının çektiği fotoğrafı anı olarak saklıyoruz) gittik ve yaklaşık 8 saatlik bir normal doğum sürecinin ardından 16.41 gibi Meriç hazretleri aramıza katıldı. Doğumhaneye ben de girmek gibi gaflette bulundum :) ama açıkçası düşünen arkadaşlara gerek yok demekte sakınca görmüyorum. Arkadaşlar paşa paşa yukarıda bekleyin, girmenin kimseye faydası yok. Doğumhanede geçirdiğim anlarda kenarda ayakta durmaktan başka birşey yapmadım, Çiler ise bana karşı neden bilmiyorum (!) çok sinirliydi. Elini bile tutmama izin vermedi, sanki çocuğu ben tek başıma yapmışım... Doktorlara giydirdi, hemşirelere giydirdi, bana bakmadı bile, kısacası biraz asabiydi. Doktorlar alışkın olduklarından hiç kişisel almadılar hatta konu üzerine espriler falan yaptılar, cinsellikle bulaşan en önemli hastalık gebeliktir gibisinden ama ben kendimi fazla hissettim odada. Sonuç olarak Meriç dünyaya merhaba dediğindeyse tam ne hissettiğimi hatırlamıyorum ama o ana değin canlı bile olsa, ultrasonda görmüş bile olsak (3 boyutlu ultrason esminde nasıl gözüktüyse o şekilde doğdu, yüz hatları falan tamamen aynıydı) artık kanlı canlı bir birey olarak aramızdaydı. İlk tepkim sanırım çok çirkin birşey olduğu yönündeydi, normal doğum yüzünden yamuk bir kafatası, kocaman gözler (hem de kocamaaan), zayıf bir vücut (2340 gram). Filmlerde gördüğümüz gibi doğar doğmaz kıçına şaplak atıp ağlatmak gibi birşey olmadı, hemen kenarda bekleyen çocuk doktoru Meriç'i aldı, bir hemşireyle beraber temizlemeye başladı, boğazına bir tüp sokup orayı da temizledikten sonra Meriç ilk çığlığını attı, işte o anı unutamam. Gözlerim dolmadı dersem yalan olur. İyice temizlenmesinin ardından annesinin kucağına verdiler ve Çiler'in ilk görüşü de o zaman oldu. İlk tepkisi "ay çok küçüksün, çok tatlısın" şeklindeydi :)

Meriç'in ilk günleri ile ilgili ilginç olarak 2 gün boyunca pek ağlamaması (meğerse fırtına öncesi sessizlik imiş) ve yüz hatlarının çok karakteristik olmasını söyleyebilirim. Sanki büyük bir çocuğun yüzüne bakıyormuşçasına anlamlı bir surat ifadesi vardı. İlk günler normal olarak evde ziyaretçi yoğunluğu vardı, hem güzel hem de sıkıcı bir dönemdi. Herkesin yüzünde bir mutluluk ifadesi görmek (ne de olsa yakın arkadaş grubunun ve her iki çekirdek ailenin ilk bebeği olma özelliğini taşıyordu Meriç) güzeldi ama aynı zamanda her kafadan ayrı bir ses çıkması da sıkıntı vericiydi. Çocuk büyütmekle ilgili net doğrular olmadığı için birisinin dediği diğerini tutmayınca oluşan ikilem insanı daha da çaresiz bırakıyordu. O noktada tamamen kendi hislerime göre hareket etmeye karar verdim, herkesin dediğini dinleyecektim ama içimden ne yapmak geliyorsa onu yapacaktım, kendi düşen ağlamaz misali. Çiler doğum sonrası sendromu olarak bu dönemi daha zor atlattı belki ama şimdi geriye baktığımızda birbirimize destek olarak başarılı bir dönem geçirdiğimizi söyleyebilirim.

Hatırladığım kadarıyla ilk 3 hafta aşağı yukarı aynı geçti. Devamlı olarak uyuyor, emiyor ve kaka yapıyordu. Ama 3üncü haftadan itibaren artık büyümeye, dünyaya geldiğinin iyice farkına varmaya ve giderek bizi zorlamaya başladı. Ağlama nöbetleri giderek arttı, özellikle akşamları yoğunlaşan bu nöbetler bizi ilk önce ürküttüyse de internette yaptığımız araştırmalar kolik sendorumuyla tanışmamızı sağladı. Bu konu biraz karışık, bebeklerin ortalama olarak ilk 3 ayda nedensiz ağlamalarına kolik sendromu deniyor ama bazı çevrelere göre işin kolayına kaçmak olarak değerlendiriliyor; ne olursa olsun henüz net bir çözümü yok bu sendromun ve bunu kabullenip kendinizi yiyip bitirmeden bu dönemi atlatmanız gerektiğini söylüyorlar. Biz de Meriç'in ağlama nöbetlerini kabullendik, eğlendirmek için elimizden geleni yaptık, kolik için özellikle bestelenmiş parçalardan oluşan Buzuki Orhan Osman'ın albümünü dinlettik (internetten çok iyi yorumlar okumuştuk). Evdeki ipod + dock sistemi artık sadece Meriç'in emrine amadeydi ve ardı ardına onun seveceği şarkıları çalıyorduk. İlk zamanlar Kolik albümü ile devam etiysek de sonrasında ilginç bir keşifte bulunacaktık. Amy Winehouse... evet, Meriç Amy'nin sesini duyduğu zaman ağlamayı kesiyordu, özellikle de Rehab çalınca ne kadar coşkuyla ağlıyor olursa olsun ağlamayı kesip sesin geldiği yöne doğru merakla kafasını uzatıyordu. Bundan sonraki birkaç haftayı ise ev sakinleri olarak hatırlamak istemiyoruz, neredeyse hep Amy şarkıları çaldı evde, halen radyoda bir şarkısı çalmaya başladığı zaman direkt çeviriyorum kanalı. Herhalde canlı olarak izlemediğim sürece bir daha uzun süre Amy Winehouse dinlemem.

İlk başlardaki sebepsiz ağlamalara sonrasında gaz sancıları eşlik etmeye başladı. Çok gazlı bir bebek olduğu için gaz ilacı (Neobaby) ve rezene takviyesine başladık. Özellikle rezeneyi halen de çok severek içer, içeriğindeki anasondan mıdır nedir? Ağlaması, gazı eksik olmadığı için genelde kucağımızda büyüdü diyebiliriz, kucağa alıştırmayın şeklindeki tüm uyarılara rağmen aksini yapma gibi bir şansımız olmadı. Kucakta gezmeyi sevdi, battaniyede iki kişi tarafından sallanarak uyumaya alıştı (ama inat ettik, hala eve çingene salıncağı kurmadık) ama biz memnunuz halimizden, biraz yorucu oluyorsa da Meriç'in olduğu yerde yatıp hareketsiz bir şekilde yukarıya bakmasındansa kucağımızda sağı solu merakla inceleyip gezmesini daha verimli buluyoruz.

3üncü hafta ile 3üncü ay arası aşağı yukarı aynı geçti denebilir, tabii ki büyüdü, arada 2 aylıkken sünnet oldu, daha bir tatlılaştı falan. Ama 3 aylık olduğunda sanki sihirli bir değnek değmişçesine değişti bana göre. Birdenbire büyüdü gibi geldi bana, tavırları, bakışları, ağlaması, gülmesi herşeyi çok keskin bir şekilde değişti, hem de sadece birkaç gün içerisinde. Uzun süre görmeyen birisinin değişmiş olduğunu söylemesi normal olur ama her gün gören birisi olarak bizim için bile çok açık bir değişimdi bu. Çok hoşumuza gitti, hem de dedik ki tamam artık gazı biraz azalır daha rahat günler geçirmeye başlarız ama hiç azalmadı ne yazık ki. Temposu biraz olsun düşdüyse de yine akşam 7'den sonra bir huzursuzluk hali devam ediyordu. Gazı aynen devam ediyordu, bunu gözle görebiliyorduk, buna bir de havaların sıcaklığı eklendi. Ne yazık ki Meriç de tıpkı babası gibi sıcaktan rahatsız oluyordu ve garip ama çok fazla terliyordu. Allahtan banyodan korkmuyordu da sıcaklarda bir de banyo stresi ile uğraşmadık.

3üncü ay ile 6ıncı ay arası normal gelişimini devam ettirdi, çok keskin bir değişim olmuyordu artık, ellerini kollarını daha verimli kullanmaya, seslere karşı daha bilinçli tepki vermeye başladı normal olarak. Aslında en önemli değişim, 3üncü ayda Çiler'in artık işine geri dönmesi oldu. Artık evde anneannesi dışında yeni bir insan, bir bakıcı da görmeye başladı Meriç. İlk günlerde biberondan beslenmede problem yaşadıysak da, o günleri uykusunda beslenmeyle geçiştirdik (içgüdüsel olarak emiyordu), sonrasındaysa alıştı. Gerçi akşamları 6 gibi annesinin geleceğini biliyormuşçasına biberondan birşey emmeyi reddediyordu, ta ki annesini kapıda ağlayarak karşılayıncaya kadar.

İlk 3 aydaki oturmama düzeni ikinci 3 ayda da devam etti, buna bir de hiç durmayan el, kol, ayak hareketleri eklendi. Durmaksızın her organını oynatıyordu, yüzme, bisiklete binme, koşma gibi tüm eylemleri havada kendi kendine yapıyordu. Bu kadar hareketli olunca bir türlü hedeflediğimiz kiloları almadı, normal bebekler için 1 ayda alması gereken kilonun alt limitinin biraz altında kaliyordu hep ama doktor bu kadar hareketli bir bebek için bunun normal olduğunu söyledi, eğer 6. ayın sonunda hala kilosu az olursa kan testi yaparız diye karar verildi. Allah'tan bu kararı almışız çünkü 6. ayın sonunda yapılacak testlerde bizi başka bir sürpriz bekliyordu.

İlk üç ayda sadece anne sütüyle beslendi, sonrasında ise bir süre annesinin sağıp kenara koyduğu sütlerle ve daha sonra da yardımcı mamalarla sürdürdü beslenmesini. Buna zamanla yoğurt, meyve suyu, sebze suyu gibi ek besinler eşlik etti. Ciddi zorluklar çıkarmadı bunları yemekte, arada sırada huysuzlandığı oldu tabii ama aç olmamasından kaynaklanıyordu bu huzursuzluklar. Tepkileri bizim için anlam taşımadığından, ağlamalarını, huzursuzluklarını hep kendimiz birşeylere yormaya çalıştık ve bu da bir noktadan sonra sıkıcı olmaya başladı. Her geçen hafta büyüdükçe ve tepkileri biraz olsun anlam kazandıkça işler de kolaylaşmaya başladı, aç olduğu zaman ayrı, uykusu olduğunda ayrı, bir sancısı olduğunda ayrı ağlıyordu.

6ncı ayının sonunda gittiğimiz aylık doktor kontrolünde ise yukarıda bahsini ettiğim bombayı patlattı sevgili oğlumuz. Yavaş kilo almasının çok hareketli olmasının dışında bir fizyolojik nedeni olmadığından emin olmak için yaptırdığımız kan ve idrar tahlillerinin sonucunda hiç beklenmedik birşey çıktı ve Meriç'in kum döktüğü anlaşıldı. Hemen ardından yaptırdığımız böbrek ultrasonunda da sol böbreğinde kum / taş taneleri olduğu görüldü. Şu an itibariyle konuyla ilgili yeni bir gelişme yok, önümüzdeki hafta içerisinde bu konuda uzman bir doktora gidip sonraki aşamaların ne olacağına karar verecek ve çok büyük ihtimalle (inşallah) ilaç tedavisiyle bu dertten de kurtulacağız.

Eskiden beri nazar olayına inanan bir insan olarak Meriç'in doğumunun ardından bu inancım daha da güçlendi. Yeni bir baba olarak insan ne kadar engellemeye çalışsa da devamlı oğlundan bahsetme güdüsüyle hareket ediyor. Öyle olunca da, çocuğun anlık olumsuz yöndeki değişimlerini hep nazara yoruyor ve kendi kendine tamam bir daha ondan uluorta bahsedip insanların nazarını üzerine çekmeyeceğim diyor. Gerçi kimsenin günahını almayayım, en çok anne babanın nazarı değer derler, olmaz diyemiyorum, ben bile bakarken devamlı bir hayranlık duygusuyla bakıyorum, arada bir gözümü kaçırmak ihtiyacı duyuyorum.

Siz yine de lütfen yazıyı okuduktan sonra bir Maşallah çekin olur mu! :))

Not : Bu kadar uzun yazı yazdım ama kendi duygularımdan pek hissetmedim sanırım, baba olduktan sonra neler hissettiğimi en kısa zamanda yazmaya (ve kısa tutmaya) çalışacağım.

3 yorum:

Unknown dedi ki...

hatırladın mı bilmem. sumru ben...evet yazı uzun olmuş ama süper olmuş:) bebeğinin olması için beklemede olan bir hatunun son zamanlarda okuduğu en keyifli yazı...bu arada meriç gerçekten farklı bir çocuk. ilk gördüğümde melih'e 'adam,adam bakıyor' demiştim...minicik böbreğindeki kumlardan çakıllardan biran önce kurtulmasını diliyorum...acı çekiyor olduğunu bilmek içimi acıtıyor...MAŞALLAH:)

Faruk dedi ki...

hislerimden bahsetmedim demişşin ama bir baba herhalde en güzel bu şekilde yorumlayabilirdi hislerini, bi çırpıda okudum, aman ha bloğu devam ettir, az yaz istersen ama böyle öz yaz. Meriç kardeşime geçmiş olsun dileklerimi iletirsin...

MORTAC dedi ki...

Merhaba Sumru, ne demek hatirladin mi :)) yazdiklarin icin cok tesekkurler, blogda Meric konusunda biraz daha fazla yazmaya calisacagim, biraz olsun faydasi olur belki sizin gibi bebek bekleyen ciftlere. Insallah sizden de en kisa zamanda bir yegen bekliyoruz..
Faruk kardesim, sana da cok tesekkurler. Gecmis olsun dileklerini Meric'e orasini burasini minciklayarak iletecegim bilgin olsun :)