12 Ağustos 2008 Salı

Ağır abiler serisi : Eric Cantona



Geçen gün internette gezinirken Eric Cantona hakkında bir haber görünce, arada bir ağır abilerle ilgili yazılar yazmaya karar verdim. Eric Cantona da bu serinin ilk konuğu olmak için en uygun adaylardan birisi kabul edersiniz.

Her ne kadar yaş olarak onun futbolculuğu bizim artık iyiden iyiye dünyada ne olup bittiğini farkettiğimiz zamanlara geliyorsa da, benim kendisiyle ilk tanışmam biraz geç, Galatasaray'ın Old Trafford'daki ünlü 3-3'lük maçıyla oldu (kabul edelim Türk futbol tarihi için önemli bir akşamdı ama yine de bu konuyu geçiştirmeyi tercih ederim). O zamanlar futbolu sadece TRT3'te perşembe akşamları yayınlanan "Avrupa'dan Futbol"da takip ederdik, şimdiki gibi onlarca kanalda değişik ülkelerin ligleri yayınlanmıyordu ve internet de yoktu. O akşam Eric Cantona ile ilgili hatırladığım şeyler, yakası kalkık forması, tipik kendini beğenmiş dik fransız duruşu ve sahada öne çıkan lider futbolcu karakteriydi. O günden sonra ben de halı sahalardaki maçlarda yakamı kaldırmaya başlamıştım, hala da hoşuma gider öyle yapmak. Her seferinde Cantona'yı anarım.

Sonrasında daha dikkatli takip etmeye başladım Cantona'yı ama futbolculuğu dışında da (hatta daha fazla) özel, ağır birisi olduğunu 30 yaşında zirvedeyken futbolu bırakmaya karar vermesinden ve sonrasında da Fransa'da gezgin bir tiyatro klübü kurup sahnelere çıkmaya başladığını duyduktan sonra anladım (birçok filme de rol almıştır, en ünlüsü ise Cate Blanchett'in oynadığı Elizabeth'de Fransız elçi rölüdür). Her zaman kendi tutkularının peşinde gidip sistemin bir parçası olmadığını gösteren bu adam o nedenle Manchester United dışıda hiçbir klüpte uzun süre barınamamış, ManUtd'da ise taraftarlar için efsane olmuş, tarftarlar kendisine "King Eric" lakabını takmıştır. Çabuk sinirlenen birisi olarak futbol hayatı boyunca hakemlerle, takım arkadaşlarıyla, taraftarlarla, klüp başkanlarıyla ve federasyonlarla birçok kavgaya, tartışmaya girmiştir, bunların sonucunda defalarca oyundan atılma, para cezası ve süreli cezalar (en uzunu aşağıda ayrı bir paragrafta bahsedeceğim 9 aylık olmak üzere) gibi çeşitli yaptırımlara maruz kalmıştır. Ama hiçbirisi onun kim olduğundan taviz vermesine neden olmamış, bildiği yoldan devam etmiştir.



Dediğim gibi oynadığı dönemde her biri ayrı hikaye olan kavgalarının belki de en ünlüsü, bizim arkadaş grubu arasında uçan tekme hareketiyle aynı anda dile getirilen "i didn't make the foul" repliğiyle bilinen, Ocak 1995'te bir Crystal Palace taraftarına (taraftar da ünlü olmuştur bu olaydan sonra, futbolla yakından ilgilenen herkes Matthew Simmons adını bilir, ManUtd taraftarları kendisini ölümle falan tehdit etmiştir) attığı uçan tekmedir. Olayın gelişimi kısaca, tüm maç boyunca Palace defans oyuncusu Shaw tarafından hırpalanan, çekiştirilen, dirseklenen Cantona sonunda dayanamaz ve dirseği yapıştırır Shaw'a, normal olarak da kırmızı kartı görür, çok da itiraz etmez zaten. Sonraki sahnede dışarıya doğru giden Cantona'yı birden yön değiştirmiş tribünlere giderken ve birkaç adet yumruk girişiminin takip ettiği ünlü kung-fu hareketini gerçekleştirirken görürüz (olayın detaylı bir videosu için bkz. http://www.youtube.com/watch?v=jtlP1ZOpyME&NR=1). İlk başta "terbiyesiz Fransız"ın yaptığı bir hareketmiş gibi görülse de sonrasında anlaşılır ki Simmons maç boyunca Cantona'ya ırkçı küfürler etmiş ve son olarak da sanırım saha ile tribün arasındaki reklam panolarına güvenerek tükürmeye çalışınca tekmeyi yemiştir. Cantona'yı yeterince tanıyor olsaydı, orada değil pano tel örgüler bile olsa kurtuluşu olmayacaığını bilirdi. Tabii normal olarak gazeteler, federasyon, klüp falan standart olanı yapmak yoluna gitmiş ve politically-correct bir adım atarak bu "barbarca" saldırıyı kınamış ve sonunda 9 aya ulaşan sahalardan men cezası vermiştir. Cantona Manchester United'da geçirdiği 5 yılda 4 şampiyonluk yaşamıştır, kaçan tek şampiyonluk uzun süre sahalardan zorunlu olarak uzak kaldığı döneme denk gelir. Olayın ardından Cantona gibi Simmons da yargılanır ve suçlu bulunur, işin komik tarafı suçlu olduğu açıklanınca Simmons'ın mahkeme heyetine salonda bulunan bankın üzerinden atlayarak uçan tekme atmasıdır, 1 gün hapis cezasıyla kurtulur.

Cantona şu anda Fransız Plaj Futbol Milli Takımının koçluğunu yapıyor ve bir gün Manchester United'ın baş antrenörlüğünü yapmanın hayallerini kuruyor (baş antrenörlükten daha aşağısında görev yapmam diye açıklaması var) ama önce Manchester United'ın şu anki sahibi Amerikalı Glazer ailesinin klüpten ayağını çekmesi gerekecek çünkü yine yaptığı açıklamaların birisinde satın almamaları için taraftarlar tarafından yürütülen kampanyada önsaflarda yer aldığı Galzer ailesinin yönetimde bulunduğu sürece Manchester'a geri dönmeyeceğini söylemişti. Onun karakterinin sahada yer alacağı bir takım biz futbolseverler için gerçekten heyecan verici olacaktır, heyecanla bekliyoruz.


Bir anekdotla yazıyı sonlandırıyorum : kendisine yöneltilen gelmiş geçmiş en iyi Fransız futbolcunun Zidane mı yoksa Platini mi olduğu sorusuna, "Hayır, ben" demiştir. Daha ne diyebilirim ki...

Hiç yorum yok: