13 Ağustos 2008 Çarşamba

Çay, kahve, tembellik...

Bu aralar ilginç bir kitap okuyorum, henüz bitirmeden yazıyor olacağım yazıyı ama kitaptaki bir bölüme unutmadan özellikle yer ayırmak istedim.

Kitabın adı "Tembel Ayaklanması : Yan Gelip Yatmanın Manifestosu" (orjinal adı "How to be Idle" ama türkçe adı daha şık olmuş, ingilizcesi basit kaçmış kitabın içeriğinin ağırlığına göre), yazarı İngiltere'den Tom Hodgkinson. Kitabın adını çok uzun süre önce yanlış hatırlamıyorsam Kanat Atkaya'nın bir yazısında okumuş, sonra da ilk fırsatta Ideefix'ten alıp kütüphaneme diğer okunacak kitaplar yığının arasına koymuştum. Son 6 aydır gerek iş (asla bitmez) gerekse ev (Meriç'in aramıza katılması) hayatında aralıksız bir yoğunluk, yorgunluk, sıkıntı döneminden sonra biraz kafamı kaldırıp ufak kaçamaklar yapmaya karar verdim yazın sonuna doğru. Mümkün oldukça hafta içleri birer gün yıllık izin hakkımdan faydalanıp amaçsızca gün geçirdim. Sabahları yine erken ama bu sefer mecburiyetten değil zevkten kalktım, alışveriş yaptım, İstiklal'de yıllardan sonra bir iş günü dolandım, Hakan ve Tolga'nın yanına gidip saatlerce onlarla takıldım, muhabbet ettim, akşamları da normal eve gidiş saatimde eve dönerek günlerimi tamamladım. Bu ufak kaçamaklar esnasında rafta uzun süredir bekleyen bu kitap aklıma geldi ve en nihayet okumaya başladım.

Kitap özetle, çağımızın çalışma hastalığını, kapitalist düzenin insanları nasıl daha çok çalışmaya yönlendirdiğini, daha çok tüketmenin bizi nasıl yok ettiğini anlatıyor ve tüm bunlara karşı tembelliği savunuyor. Yaşamayı bilen insanların kargaşadan uzak duran tembel insanlar olduğunu söylüyor. Eğer unutmazsam veya üşenmezsem kitabı bitirdikten sonra ayrıntılı bir yazı yazarım ama yine de şimdiden kitabı mutlaka okumanız gerekenler listenize almanızı tavsiye ederim. Okurken kesinlikle rahatsız olacaksınız, ben oldum, günlük tempomu biraz yavaşlatmam gerektiğini hissettim, bilmiyorum yapr miyim ama kesinlikle değerlendireceğim. Aslına bakarsanız biraz Fight Club'daki Tyler Durden duruşu var Hodgkinson'da da.
Kitaptaki ilginç bir değerlendirmeyi sizinle paylaşmak için bu yazıyı yazıyorum. Kitabın koca bir bölümü Çay Saati'ne ayrılmış ve çay kültürüne değinerek artık bu kültürü de yok ettiğimizi kaleme almış yazar. Çaya ayırdığı bölümü şöyle tamamlıyor :

"... Çayın bir diğer düşmanı da, elbette kahvedir. Endüstri Devrimi sırasında İngiltere'de çay, biranın yerini alırken, son on yıl içinde ABD'de alkolün yerini kahvenin aldığı görülüyor. ABD kahve kültürü ise, son yıllarda Avrupa'ya kaymış bulunuyor. Tüketilen miktarlar ve tüketim hızı inanılmaz. Oysa kahvenin de geleneksel bir içiliş şekli vardır; bir kahvehanede ya da kafede yine sosyal bir ortamda küçük fincanlarla keyfini çıkartmak yerine, bugün artık her yerde kahveden çok süt içeren plastik ya da kağıt bardaklarla dolaşıyoruz. Hem de her yerde! Kaldırımda yürürken, arabada ya da trende giderken ya da toplantılarda. Tadı kaçmış bir kahve kültürünün işgali altındayız.

Kahve; çay sevmeyenlerin içeceğidir. Ne kaybettiklerini bilmeyen kazanç peşindeki insanların, öğle yemeğini yaşamlarından çıkarmış olan ve akşam erken yatan tiplerin, suçluluk duygusu altında ezilen, para ve statü hırsına kapılmış boş kafalıların içeceğidir. İnsanı güçten düşüren, gücünü azaltan bir içecektir. Kahveye karşı çıkalım. Şairlerin, filozofların ve keşişlerin eski ve soylu içeceği çaya dönelim."

Bir ekleme, benim gibi çay tiryakilerinin de çok rahatça tahmin edebileceği gibi abimiz çay derken poşet çaylardan bahsetmiyor, demleme çaylardan bahsediyor ve demleme ritüelinin çayın tadına ayrı tat kattığını söylüyor.

Not : Hodgkinson'ın İngiltere'de yılda iki defa çıkan bir de dergisi (Idler), bir de websiteleri (www.idler.co.uk) var.

Hiç yorum yok: